top of page

 

AYAĞIMDA KUNDURA

 

 

Sene 1972 veya 73 olabilir.

İlkokul 4. veya 5.sınıfındaydım sanırım.

10 veya 11 yaşımda olmalıyım.

Yaklaşan bayram alışverişi için, ben ,büyük abim ve diğer abim Ergani'ye gidiyoruz.

Ergani o zamanlar küçük bir kasabaydı. Tek bir çarşısı vardı hatırladığım kadarıyla.

Köyün kuzeyindeki dağa tırmanarak, patika yoldan  gidiliyordu Diyarbakır Ergani karayoluna. O zaman çift şeritli yol asfalt yoldu. Yani tek gidiş, tek gelişli yol.

Oraya ulaşınca yolun karşı tarafına geçip, Ergani yönüne gidecek araç beklenirdi.

Şanslıysan bir saat içinde bir kamyon veyahut eski bir otobüs gelirdi. Şansın yoksa da eğer, saatlerce bekler, sonra vazgeçer köye geri dönebilirdin.

Biz şanslıydık ki kısa bir sürede bir otobüs geldi. El kaldırdı büyük abim . Ben ve diğer abim de büyük abimi taklit ettik.

Otobüs durdu. Biner binmez bir kalabalık, sigara kokusu, ter kokusu, bazen tavuk ve hatta keçi, ya da koyun kokusu karşılardı sizi. Oturacak yer bulunması nadir olurdu. Ayakta yolculuk ta kimseyi yormazdı zaten.

 Ergani'de inince, büyük abim bakkaldan bize bisküvi ve lokum aldı.

O yumuşacık lokumların üzerindeki nişastayı hafif üfürüp, parmaklarınızla dikkatlice yayıp, iki bisküvinin arasına yine dikkatlice yerleştirip, bisküvilerin kırılmamasına özen göstererek iyice yapıştırıp, gözlerini hafif kapatarak ,büyük bir zevkle ısırırken, çıkardığı çıtırtının sesini, ve damağınızda bıraktığı tadı, asla unutamazsınız.

Annemin siparişi olan elbiselik kumaşları beğenip, ölçülerine göre kestirdi abim. Parasını verip çıktık. İki dükkan sonraki ayakkabıcıya girdik. Anneme ve ablama terlik alacaktı.
Hemen kapının girişindeki vişne rengi ayakkabıyı o kadar beğendim ki, gözümü ondan alamadım. Aklıma ,yıllar önce bir türlü çivisi ve derisinin yumuşamadığı kundura geldi. Büyük abim, bana bir şeyler söylüyor ama ben ayakkabıdayım duymuyorum. Bir kaç lastik ve naylon ayakkabı getirdi adam giymedim bile.

Yine içimden dualar ediyorum Allah'ım ne olur abim bana bunu alsın. Allah'ım ne olur abim bana bunu alsın diye.

Sonunda Allah beni duymuştu. Adam kundurayı kutusundan çıkarıp ayağıma giydiriyordu. Bayılacak gibi oldum. 

Çıkarmak istemedim bir daha. Sanki benim için yapılmıştı. Adam kunduramı kutusuna koyup elime verince ,heyecandan öleceğimi sandım.

Abim kunduraların parasını verdi, kutusuyla beraber torbaya koydum, attım torbayı sırtıma. Düşer, kaybolur korkusuyla sıkı sıkı yapışmışım torbaya.

Sonra abimle diğer abim ne yaptılar, ne aldılar hiç ilgilenmiyorum.

Biran önce gidelim istiyorum.

Bir an önce bayram olsun istiyorum.

Biran önce ayakkabılarımı giymek istiyorum.

Bir an önce diğer çocuklara kunduramı göstermek istiyorum.

Bir an önce, yüzlerindeki hayranlık ,ya da kıskançlık ifadelerini görmek istiyorum

Sonra abimler işlerini bitirdiler.

Bakkaldan ekmek ve tahin helvası aldı abim belki yolda yeriz diye. . Ekmeği kalın bir kağıda sardı, helvayı da şöyle evirip çevirip küllah haline getirdiği gazete parçasına koydu bakkalcı adam. İkisini diğer abimin torbasına koydular.

Sonrasını hatırlamıyorum. Çünkü tüm aklım kunduramdaydı.

Sanırım kamyonla geri döndük köy yolunun oraya kadar.

Kamyon kasası yüksekti. Binerken de inerken de birilerinin yardım etmesi gerekir.

Abim atladı aşağıya.

Aşağıdan beni tutarken büyük abim, yukardan biri de beni sarkıttı abimin kucağına.

Sonra diğer abim de indi kamyondan.

Kamyon sesler çıkararak , ardından kara kara dumanlarla beraber, güzel bir koku bırakarak uzaklaştı. Ne kamyonun uzaklaşması, ne havanın sıcaklığı, ne yol boyundaki  dikenler, taşlar, ne diğer abimin beni çekiştirmesi umurumda.

Sadece ayakkabılarımı düşünüyorum. 

Abimler ilerleyince biraz, çaktırmadan torbayı açtım. Kutuya baktım.

Kutu bile güzel kokuyordu.

Sonra bir taşa oturdum abimlere çaktırmadan.

Abimler bir şeyler konuşa konuşa patika yolda ilerliyorlardı.

Kutudan ayakkabıyı çıkardım özenle. O derinin kokusunu hala hissedebiliyorum. Sonra ayağımdaki naylon ayakkabıları çıkardım attım torbanın içine. Çorapsız terli ayaklarımda biriken toza, kire aldırmadan  geçirdim ayaklarıma sevgili vişne rengi kunduralarımı. Ve başladım yürümeye abimlerin peşi sıra.

Yürümüyor uçuyordum.

Aşağıda Esveri ve diğer çocuklar bana bakıyorlardı hayran hayran , ellerini güneşe siper ederekten.

Hayran hayran  ve gıptayla bakıyorlardı ayağıma, ayaklarımdaki kunduraya. 

Ben ise yukarıdan gülerek bakıyordum onlara. 

Benim ayağımda ayakkabılarım, parlak, ve vişne .

Sonra büyük abim seslendi de kendime geldim.

Peşi sıra gidiyordum arkalarından. 

Büyük abim önde, diğer abim arkasında, ben de en arkalarında yürüyorum. Başım önde, gözüm ayakkabılarımda.

Yukarıya doğru kıvrılıp giden patika yolu göz ucuyla takip ederken, irili ufaklı taşlara da dikkat ederek gidiyoruz.

Köydeki çocuklar çatlayacak hasedinden.

Bayramda şöyle giyip, sokak sokak, ev ev dolaşacağım şekerlerimi toplarken , herkesler görecek ayakkabımı. Parıl parıl parlayacak.

Esveri'nin babası da almış mıdır acaba.

Babası muhtar ya. Almıştır valla.

Ama Süleyman’ın babası alamaz ki. Fakir onlar. O yine kara lastiği giyecek.

Zülküf te kesin naylon lastiklerini giyer  her zaman olduğu gibi.

Yok ki onun kundurası, kara lastiği bile almaz babası.

Bak benim abim bana kundura aldı.

Çok seviyorum abimi.

 Biraz daha hızlandım çok sevdiğim abimlere yetişmek için.

-Abi! Abi! dedi birden diğer abim. Ayakkabıyı giymiş bu. dedi büyük abime gözlerini fal taşı gibi açarak, ve kızgınlıkla..

Ayaklarımı gizlemeye çalışsam da, gördüler artık ayaklarımda.

Paniklememle beraber sol ayakkabımın ucu taşa değmesiyle beraber derisi, o güzelim derisi, o parlak vişne derisi ,o harika kokan derisi, bir tırnak boyu kadar  soyuldu. Gözlerim karardı, düşecek gibi oldum.

Oturdum taşa, elimle gizlemeye çalıştım sıyrılan yeri

İçimde bir şeyler koptu. Yüreğim çok acıdı.

Köyün bütün çocukları geçip karşıma gülüyorlardı.

Kahkahayla gülüyorlardı.

Gözlerinden yaşlar akarak gülüyorlardı.

Burunlarından salyalar akarak gülüyorlardı.

Parmaklarıyla beni göstererek gülüyorlardı.

Diğer abim de gülüyordu kıs kıs.

-Ben sana demiştim şimdi giyme diye. Dedi diğer abim pis pis gülerek.

-Çıkar çabuk şunları da, koy kutusuna. Dedi  büyük abim kızarak.

-Sen kim, kundura kim . Dedi diğer abim sırıtarak.

Kunduralar boynunu bükerek bana baktı, ben mahcup mahcup onlara baktım.

Taşa değen ve soyulan derisini parmaklarımla okşadım.

Gözlerimden bir damla düştü kundurama vişne vişne.

Önce parladı orası, sonra soldu yine.

Sessizce çıkardım ayaklarımdan kunduramı, torbadan kutusunu çıkarıp, usulca yerleştirdim karton kutusuna yan yana, boynu bükük .

Sonra torbadaki, yer yer çatlamış yeşil rengi tamamen solmuş naylon pabuçlarımı geçirdim utanan ayaklarıma istemeye istemeye.

Abimi sevmiyorum işte..

Diğer abimi de …

bottom of page