top of page

HOROZLU AYNA

 

Sanırım sene 1967 veya 68 yılıydı.

Ben beş ya da altı yaşlarında olmalıyım.

Babam Ergani'nin  bir köyünde fahri imamlık yapıyor 1965 senesinde. O yıl yapılan seçimlerde, bütün köy anlaşarak Halk partisine oy verirken, sırf muhalefetlik olsun diye babam tutmuş oyunu Adale'e vermiş .     

Annem bile bilerek veya bilmeyerek halk partisine vermişken, babamın yaptığına bakın. Koca köyde tek oy çıkmış Adalet Partisine.  O da babamın.

Sormuş zaten köylü sağa sola. "Kim bu hain".  diye.

Kendi söylemiş babam orta yere. Ben verdim diye. Yalan söyleyecek değil ya köy imamı.

Bunun üzerine köylü yeni bir karar verir ve babamı köyden kovar. O da gelip Ergani'ye, bir kenar mahalleye  ilişmiş , kaç yıldır öyle işsiz güçsüz, kaderini kovalıyor.

Babam din görevlisi olduğundan, başka da elinden iş gelmezmiş.

Resmiyette de kayıtlı olmadığından, fahri imam olarak köy köy şansını denemişti garibim.

Karısı, iki kızı, ve en küçüğü ben olmak üzere ,üç erkek çocukla kalakalmış kenar mahallenin birinde.

 15 yaşındaki büyük abim  günlük işlere koşar, üç beş kuruş getirebilirmiş. Hepsi o kadar.

Kenar mahallenin birinde ,toprak damlı, tek katlı bir evde kiradayız.

Fakir günlerden bir gün  ,yine annem komşu kadınlarla dedikodu seansında.

Acıkmışım.

Ekmek leğenine bakıyorum ekmek yok.

Anneme sesleniyorum duymuyor.

Yanına gidiyorum, sesleniyorum, görmüyor beni, duymuyor.

Eteğini çekiştiriyorum, fena kaptırmış kendini, itekleyip duruyor beni elinin tersiyle.

Kızmışım, ağlıyorum.

Eve giriyorum, annemin yatak odasındaki zulasını biliyorum.

Kimseler de yok, aldım oradaki kira için ayrılmış olan banknot parayı, doğruca bakkala.

Hatırladığım kadarıyla, bisküvi, lokum, pantolonum yok ama  yine de bir kemer. 

Sonra neyimi keseceksem küçük bir makas. Şöyle yuvarlak küçük ,o zamanın , arkasında horoz resmi olan ayna ve tarak tabi ki.

Başka da ufak tefek bir iki şey daha sanırım şimdi hatırlayamadığım.

Bisküvi ve lokumlarımı yiye yiye , eve geldim.

Aldıklarımı sanki maaşımla almışım gibi orta yere koyarak, buyur ettim diğerlerini de.

Akşam babam yoktu sanırım evde, büyük abim, diğer abim, ablalarım ve annem.

Önce beni bir güzel oturttular.

Kalan bisküvi ve lokumları da beraber yedik, bitirdik.

Sonra ablam leğen getirdi önce.

Diğer ablam elinde güğümle suyu döktü leğene.

Diğer abim oturttu beni leğen kenarına, ayaklarımı yıkayacaklar sanıyorum ben.

Büyük abim ,o güzelim simsiyah yılan gibi parlayan kemeri ikiye katlarken, diğer abim de ayaklarımı leğende ıslatıp ıslatıp,  sıkıca tutuyor.

Kemer şakladıkça ayaklarım yanıyor.

Bir, iki ,üç…

Anne diye ağlıyorum, annem diğer odaya kapanmış.

Ayaklarımı bırakmıyor diğer abim. Şaklatıyor kemeri büyük abim.

Neyse ki çok sonra babam girdi içeri.

Ne yapıyorsunuz ? Bırakın bakalım çocuğu dedi ..

Oh. Babam.

Babamı ne kadar çok seviyor muşum meğerse.

Ayaklarıma iki gün basamadım.

Üç gün dışarı çıkamadım.

Evdekilerin yüzüne bir hafta bakamadım.

O güzelim yılan gibi simsiyah kemerimi büyük abim pantolonuna taktı.

Horozlu aynama ve tarağa diğer abim el koydu.

Makas anneme kaldı.

Bana kalan ise, yediğim falaka.

Ve sanırım hayatta ilk dersimi aldım o gün.

"Kimsenin cebine elini sokma, senin olmayanı alma."

bottom of page