top of page

                      KES BİR BUÇUK 

 

O yıllarda biz köy öğretmenleri, her ayın 1’ini takip eden ilk Cuma günleri, maaşımızı almak ,aynı zamanda da alış-verişimizi yapmak için ilçeye inebiliyorduk.  

Çok acil olarak gitmemiz gerekse bile, gider gitmez Milli Eğitim Müdürlüğüne bilgi vermemiz gerekirdi. Aksi takdirde cezai işlemle karşı karşıya kalabiliyorduk.  

Yine bilmem hangi ayın, 1’ ini  takip eden bir cuma günü ilçeye inecektik.

Sabahın çok erken saatinde kalktım, hazırlandım, gözüm pencerede, kulağım minibüsün sesinde bekledim. Derken minibüsün sesini duymamla dışarı fırladım.  

Minibüste ön koltuğu kapmak bir meziyet ve bir ayrıcalıktır köy yerinde. 

 Çok tartışmalara tanık olmuşumdur ön koltuğa ,şoförün yanına oturabilme konusunda. Öne oturmak aynı zamanda bir statü meselesidir bazı yörelerde. Arkalara doğru oturuyorsanız geri plandasınızdır bazılarına göre. Hatta hatta, ön sıralarda yer bulamayıp ta, şehre gitmekten vaz geçen hacı amcalar bile görülmemiş değildir bu memlekette. 

Acele etmem, ön koltuğu kapabilme çabamdan değildi benim. Minibüsü kaçırmama telaşımdandır benim. Yoksa bir sonraki ayın ilk Cuma gününe kadar beklemek zorundaydım. 

Minibüsün orta koltuklarında bir yer buldum kendime. İlçeye kadar üç dört köye uğruyordu minibüs. Her köyün öğretmeni de bekliyordu yolda minibüsü. Biz altı öğretmen oturacak yer bulma konusunda sıkıntı yaşamazdık gerçi. Köylü saygıdan ve sevgidendi, ilk koltuklar olmasa da ,hep yer verirlerdi biz köy öğretmenlerine o zamanlar.Ayakta kalmazdık yani. Şimdilerde nasıl bilmiyorum.Ama sanırım çoğunun aracı vardır şimdilerde, veya aracını servise çeviren öğretmenlerden birileri. 

Derken ilçeye vardık, Rus Savaşı zamanlarından kalma ,yer yer asfaltla yamanmış, yer yer tamamen bozulmuş, büyük çoğunluğu kara parke taşlı yolları aşa aşa.

"Allah göstermesin de hoca, illa bu yolların düzgün şekilde yapılması için, yine Rusların gelmesi mi gerekir" derdi zaman zaman Minibüsçü Cemal.

"Allah korusun" derdi yolcular hep bir ağızdan.

İlk işimiz kuruma uğrayıp maaşımızı almak olurdu ilçeye varınca. Sonra evraklar varsa alır, çarşı pazar işlerimizi görür, minibüsü kaçırmama adına, tam saatinde köy minibüsün orda olmamız gerekiyordu. 

O  gün de gelirken, benim köyden Ramazan da vardı minibüste.Sohbet ede ede yaptık yolculuğu. İnerken ; 

-Hoca işini bitir gel de,sana bir yemek ısmarlayayım. Dedi. 

Tabi ben bu sözün altında kalamam. Biraz da alacağım maaşın heyecanı ve kendime yediremememle bu sözü, 

-Ben sana ısmarlayacağım. Deyiverdim. 

Gülümseyerek, “Tamam “ dedi Ramazan. 

İşlerimizi bitirip, minibüsün kalktığı alanın yanındaki Restorana geldim. Ramazanı lokantanın kapısında, dudaklarından eksik etmediği gülümsemesi ve sarma sigarasıyla beni bekliyordu. 

Girdik lokantaya, oturduk sobaya yakın bir masaya.  

Seslendi ramazan; 

-Bana bir Ezogelin. 

-Bana da bir Ezogelin dedim. 

Çorbasını bitirince seslendi yine Ramazan. 

-Kes bana  Birbuçuk 

O zamanlar orada döner kebaba “Birbuçuk”deniyordu. 

Etler Erzurum yaylalarının toklularının etleriydi. Lezzetli ve tabiri caizse”kendini yediriyor”du ... 

-Bana da kes bir buçuk. dedim ben de. 

Ben daha kes bir buçuk dönerimi bitirmeden, bizim Ramazan yine seslendi o davudi sesiyle. 

-Kes bir buçuk daha. 

Ben “Kesbirbuçuğumun “tadını çıkarmaya çalışırken, seslendi yine Ramazanım, 

-Kes bir buçuk, ve ardından bir “Kes bir buçuk” daha. 

Ramazanın üçüncü kes bir buçuğundan sonra hesap yapmaya başladım. Cebimdeki nakit yetecek mi hesap ödemeye. Kendim yaptığım hesaba göre çıkışmayacaktı. Bu düşüncelerdeyken, Ramazanın yine seslendi utanmadan, 

-Kes birbuçuk... 

Ben bu dakikadan sonra yokum orda. Ya tamamen kalkıp gidecektim, ya çıkışta “Alman usulü” yapacaktım, ya da tadını çıkarmaya çalışacaktım olayın. Ya tamamen da akışına bırakacaktım olayı. 

Bu arada; 

-Bana bir kadayıf. sesi çınladı kulaklarımda.  

Yüzüne baktım Ramazanın, pis pis gülüyordu. Yoksa bana mı öyle geliyordu anlamadım.  

Ben nihayet tek “kes bir buçuğumu “bitirebildim. Ve ben de kadayıf isteme gafletinde bulundum. 

Kadayıfın dibini sıyıran Ramazanın 

-Bana bir sütlaç .sesi, artık bardağı taşıran damla oldu.  

O anda, hesap ödememek için ,çamura yatma planlarını yapmaya başladım. 

 Bu hesabı ne yapıp edip, Ramazana kitlemem lazımdı.Yoksa altından kalkamazdım  benimkiyle beraber beş tane “Kes Birbuçuk”, iki “Ezogelin”, iki “ kadayıf” ve bir “sütlaç” hesabını.  

Benim yüzümden içimi okuyor olmalı ki, ya da benim yüzüm her ne şekil  aldıysa artık, Ramazan tebessümü bırakmış gülüyor resmen. Hatta hatta gülmeyi bırakmış kahkaha  atıyor. Diğer müşteriler bakıyorlar bize doğru, ne oluyor diye. Diğer öğretmen arkadaşlar, köylüler, diğerleri.  

Ben de bitirmeye çalışıyorum kadayıfımı.. 

Gelen çayı da içtik Ramazanın kahkahaları arasında. 

Derken Cemal seslendi dışardan, kırmızı minibüsün kornası eşliğinde.Vakit tamam. Hesabı ödeyip,  köye dönüş zamanı.  

Kalkanlar kasada hesabı öderken, sıra bize geldi. 

-Hadi hoca öde hesabı da gidelim. dedi Ramazan gülümseyerek. 

Ben çamura yatmışım artık. 

-Lokantayı yiyen sensin  Ramazan, Ben çayları ödeyeyim sen de yediklerini. Benim yediklerimi de zekata sayarlar zaten. Dedim. 

Ramazan kendini tutamadı artık. O meşhur kahkahalarını tutamadı.  

Meğer Ramazan zaten bana ödetmeyeceği gibi , benimle eğlenirmiş.  

Çok mert, çok delikanlı, adamdı Ramazan. 

Köyde belki de en iyi arkadaşımdı benim. Sırdaşımdı. 

Yıllar sonra İstanbul’a taşındığını öğrendim. 

 İstanbul’a bir sebeple gittiğim 2013 yılında uğradım, misafir kaldım. 

Hala araşır, hala konuşuruz. 

bottom of page