top of page

ÇİNGENE KULAĞI

 

     

Yukarıda en üstte ,mavi değil de, hani biraz mavi ama beyaza daha yakın.

 Beyaz da değil aslında ,biraz maviye kaçıyordu sanki. ikisinin arasında bir mavi -beyaz.

Hayır  mavi-beyaz olmaz.

Beyaz-mavi de olmadı. Kül rengi mi derler insanlar. Hah işte ondan.

Ama aslında tam o da değil.

Çünkü , oraya buraya gelişigüzel serpiştirilmiş bir şekilde kümelenen, bazılarının neredeyse her bir parçası dağılmak üzere olan duman mı desem, buhar mı desem, işte o bulutun etkisiyle de adı konmuyordu  bu rengin.

Eliyle bakış açısına girmesin diye aşağıyı perdeleyince ,biraz daha mavileşti sanki gökyüzü. Kaldırınca elini külleşti yine sanki.

Ya da dur bakim. Gri mi desek adına. Bilemedim şimdi. Kül mü, gri mi, mavi-beyaz mı, beyaz-mavi mi …

     Adını bir türlü koyamadım. Bütün bunların hemen altında, keskin bir çizgiyle , sanırsın cetvelle çizilmiş gibi ayrılan, rengi biraz daha koyu mu ne ? sanki bu da biraz mavi, ama , biraz da beyaz mı azıcık. Ama yukardakinden daha koyu ve daha canlı olduğu su götürmez kesinlikte .

Ama azıcık değişiyordu sanki çizgi çizgi.  Bu çizgiler sabit kalmıyordu ,öylece bir görünüp bir kayboluyordu ,o beyazımsı  çizgiler.

Beyazımsı ama öyle cetvelle çizilmiş gibi değil, gülümsüyorlar sanki göründüklerinde. Sonra kayboluyorlar hafifçe. Sonra başka yerden görünüp gülümseyip, tekrar  kayboluyorlar.

Sonra iyice baktığında sanki köpük- köpüktüler. Beyaz beyaz köpüktüler. Hoştular. Okşadılar yüreğini görünüp gülümsedikçe. Yine okşadılar yüreğini gülümseyerek kayboldukça.

         İşte o gülümseyerek görünüp kaybolan köpüğümsü , beyazımsı , cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olmayan çizgilerin göründüğü kocaman çarşafa  daha da hayranlıkla  baktı.

Daha mı maviceydi,  daha mı canlıcaydı. Daha da açıkça mıydı, yoksa daha da koyuca mıydı , karar veremedi önce.

Sanki üzerinde bir görünüp bir kaybolan ,beyazımsı  köpükler göründüğünde  ,azıcık açıyordu mavisi.  Ama kaybolduğunda gülümseyen beyazımsı köpüğümsü cetvelle çizilmemiş öylesine çizgiler, işte o zaman da sanki biraz koyulaşıyordu.

        Sonra daha da aşağıya bakınca , daha bir başka okşuyordu  yüreğini  insanın.

Daha mı kucaklıyordu sanki onu, yoksa ona mı öyle geliyordu bu yeni yaratılan renk.

Bu biraz daha çizgili miydi ne. Şöyle tane tane çizgiliydi sanki.  Hayır nokta nokta değil, tane tane çizgili.

Tane tane çizgileri şöyle hafifçe yukarıya doğru, ya da aşağıya doğru muydu bazıları.

 Nasıl anlatsaydı. Sanki biraz koyu , sanki biraz daha yeşil mi desem. Evet yeşildi galiba. Öyle demişlerdi sanki.  Yeşil..

Ama öyle çok çok değil , azıcık yeşil.

Hani dikkatlice bakarsan, azıcık ta değil ,biraz daha  yeşilce.

Çok ile az arasındaki biraz yeşil işte canım.

Kesinlikle öyle.

Ve kesinlikle huzur veriyordu.  

Ama hangisi daha çok huzur veriyordu emin değildi.  Belki üçü birden.  Belki en ortadaki. Ve ortadakinin üstündekiyle, ortadakinin altındakiler huzuru tamamlıyorlardı.

 Ve fakat  işin ilginç yanı, dokunamıyordu en üsttekine.

Dokunamıyordu , çünkü çok derindeydi.

Derindeydi çünkü ulaşılamıyordu.  

Elini uzatıyor, uzatıyor, ama ulaşamıyordu .

Kolları uzadı, uzadı ama ulaşamadı.

 Vazgeçti  derindekine dokunmaya.  Varsın en üstte kalakalsın öylece.

 Evet huzur verdiği tartışma götürmezdi.  

Sonra ortadakine takıldı  gözü.

Evet ama bu mu yoksa daha huzur veren.

 Hani  gülümseyerek görünüp kaybolan köpüğümsü ,beyazımsı,  cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olmayan çizgilerin göründüğü kocaman çarşaf…  Bu olmalı bunca huzuru veren…

 Uzattı elini , yine ulaşamadı.

Dokunamadı.                           

Ama olsundu. Dokunamasam da hissedebiliyorum dedi, duyabiliyorum hatta.

Bak dinlesen ,sen de duyarsın.

Sessizce konuşuyor bak. Duydun mu.

Fısıl. fısıl. fısıldıyor sanki.

Sanki o gülümseyen köpüğümsü beyazımsı çizgiler görünüp kayboldukça fısıldıyor.

 Konuştuğuna yemin bile edebilirim..

Kesinlikle bu olmalı huzur veren.

 Dokundu en alttaki çizgi çizgi ,nokta- nokta ,yeşil- yeşile.

Aman Allahım dokunuyordu.

Yok böyle bir şey do-ku-nu-yor-du.

 Sesi daha yükseldi …

Dokunuyorum .

Dokunuyorum dedi heyecanla.

Dokunabiliyorum buna. Hatta okşuyorum. Okşayabiliyorum.

 Hem kokusu da mı var bunun. Evet  işte bu!

 Hem nokta nokta.

Hem çizgi çizgi.

Hem yeşil yeşil.

Hem dokun dokun, hem koku koku.

İşte budur huzur veren

           Dur bir dakka.

Şu kenarda görünen.

Hani yeşilin kıyısına ilişen şu kırmızı mı desem, pembe mi desem, biraz da beyaz mı ne  .

Hayır daha çok kırmızı olanı diyorum .

 Kırmızı ama ,şöyle sanki dalga dalga mı ne.

Kırmızı ve dalga dalga olup , yer yer koyu kırmızı olanı.

Hani şu kokusu olan canım.

Nasıl mı kokusu olan.

Bilmem ki neye benzer kokusu.

Hani öptüğünde sevdiğin birini gözlerinden, duyarsın ya.

 Baktığın -bakamadığın ,gördüğün-göremediğin, dokunduğun-dokunamadığın bunca şeyin hepsi huzur veriyorsa,  görebiliyorsan,  duyabiliyorsan, yaşayabiliyorsan , tutabiliyorsan, koklayabiliyorsan.      

Al oradan bir parçacık, tak bakalım sağ kulağına .çingene ol bakiyim…

Sonra çıkar terliklerini, çıkar çoraplarını, gezin bakalım şöyle bir uçtan bir uca, yeşili.

Alsın gitsin bedenindeki, ruhundaki, varlığındaki kötü düşünceleri, huzursuzluğu…

Sonra al şuracıktan bir çiçek daha. Tak bakalım sol kulakçığına.

 De bakim bu  daha da güzel, bu daha  güzel,  daha  güzel, güzel…

Çingene kulağı .

Çingene kulağı…

bottom of page