top of page

     NİNEMİN SANDIĞI

​ 

​ 

        Diğerleri kahvaltı sofrasına otururlarken o babaannesinin kahvaltısını yatağına götürdü. Büyük bardakta iki şekerli  çay, (şekerini tabağın yanına koymuştu) yanına kendi elleriyle yaptığı peynirli omlet, biraz yeşil, biraz siyah zeytinlere pul biber, nane ,kekik ve bol zeytin yağı dökerek terbiyelenmiş, o çok  sevdiği, sağlığı yerindeyken her sabah büyük bir keyifle yaptığı  yumurtalı yağda kızartılmış ekmek dilimleri, kayısı  reçeli( bu reçel Malatya’daki bir aile dostlarının gönderdiğiydi)biraz tereyağı ve Baykan balı. 

Babaanne bir yandan çayını yudumlarken, bir yandan da  Takma dişlerinin izin verdiği kadarıyla yumurtalı ekmekten küçük ısırıklar almaya çalışıyordu. Büyükbabanın duvardaki resmine takıldı gözleri. Büyükbaba Osmanlı bıyığıyla, ve Anadolu erkeğinin   olanca azametiyle ve ciddiyetiyle , sanki yılardır öylece duvara ve duvardaki çerçeveye yapışıp kalmıştı. Babaanne özlemle ve sevgiyle dalıp gitmişti duvardaki çerçeve içindeki donup kalan siyah beyaz resme. 

-Bıraktın beni tek başıma bu koca Dünya’da. Çok özledim çok. Diye mırıldandı. 

Babaanneyi resimle ve kendiyle baş başa bırakıp  salona , kahvaltı masasına döndü. Kahvaltı tabağına aldığı beyaz peynirden çatalının ucuyla bir parça alıp ağzına götürdü. Peyniri çiğniyor ama, sanki ağzında tatsız , tuzsuz, tarifi imkansız bir nesne çiğniyor gibiydi. Sanki boğazına bir kütleyi koyup oturtmuşsun. Biraz daha çiğnemeye başladı. Soğumuş, soğuyunca da şekerin tadı acımsı bir kıvama gelmiş olan çayından bir yudum alarak, ağzındaki peynir peltesini midesine göndermeye çalıştı. Bir yudum daha alıp ağzında hafif çalkalayarak midesine gönderdi.  

-Hasta mısın oğlum .Dedi annesi. İyi misin? 

-İyiym anne .Yok bir şeyim. Dedi hafifçe. 

Bakışları  kanepedeki rengi kaçmış örtüye takıldı. Ne çok severdi babaannesi bu örtüyü. “Ben yaptım bunu” derdi gururla” Genç kızlığımda görecektiniz beni ya” “ Çok hamarattım çok”  derdi  keyfi yerindeyken .”Şimdikiler bir işe yaramaz kızlar” “ Ancak dizi izler, hazıra konarlar”   “Çamurdan yaparım ben onları çamırdaaaan  “ derdi. Yalan da değildi hani. 
Küçükken, büyükbaba hayattayken, ve büyükanne daha  böyle yataklara düşmediği zamanlarda, yağmurlu ve gök gürültülü , korkudan uyuyamadığı gecelerde kalkar, tuvalete gidermiş gibi yapıp, duvar diplerine yapışıp  merdivenle yukarıdaki babaannesinin odasının kapısına kadar gider,  biraz gürültü yapıp babaannesinin kendisini fark ederek gelip onu odasına almasını beklerdi. Öyle ya , kendisine korkuyor denmesini istemezdi. “Babaannem çağırdı” demek daha kolaydı.” Ben de kıramadım” dı. Her seferinde babaanne gürültüyü duyar, hafif gülümseyerek gelir onu kucaklar” Paşam bu gece benimle yatar mı acep ?” diyerek onu yatağına alır, sıkı sıkı sarmalar  koklar öper ve uyuturdu. 

-Ben çıkıyorum .Diye ortalığa seslendi babası. Vestiyerden ceketini sırtına geçirirken. Akaşama bir şey istiyor musun hanım.Diye ekledi. 

-Ekmek alırsın .Dedi annesi sadece.                                                
Öyle gecelerde hayatının en güzel uykularını uyurdu. Ve sabah olsun istemezdi.” Gene mi geldi bu haylaz” derdi büyük babası kaba ve ağır sesiyle. Sen karışma bey “ derdi babaanne. Paşam bu gece bana misafir “ derdi yumuşacık ve o kadar da tatlı sesiyle…. 

Babaanne öyle güzel kokardı ki o zaman. Kendi annesi de kokardı ama, bu başkaydı. Annesi de sarardı onu ama, babaannesinin sarması farklıydı. Annesi de paşam derdi ama babaannenin “ Paşaaam” demesi daha farklıydı. Annesi de okşardı saçlarını ama babaanne başka okşardı saçlarını. 

Hani bazen düşünmüyor değildi. “ Hangisi gerçek annem diye?“                                                
Eskiden babaannelerin sandıkları vardı şöyle kocaman. Kilitliydi hep bu kocaman sandıklar. Fareler, kediler girmesin diyeymiş.  

İçlerinde ne vardı ki acep. Merak ederdim ama, soramazdım ve bakamazdım    korkudan. 

 O zaman çok kızardı babaanne.” Başkasına ait eşyalara izinsiz bakılamaz” derdi kaşlarını çatarak.  

O sandığı açarken ona arkasını dönmesini  söylerdi  hep. Bir keresinde mızıkçılık yapıp ta göz ucuyla bakmağa çalışmıştı. Hemen “hmmm.çok ayıp” demişti. Bir daha da tövbe.  

Ama bildiğim kadarıyla en değerli eşyalarını bu sandıkta saklarlardı.  

Bir de sonbaharda bağbozumunda yapılan, ceviz içlerinin iplere geçirilip kaynatılan üzüm şırasına batırılıp ağaç dallarına asılarak kurutulan cevizli sucuk , yine üzüm şırasının kurutulmasından elde edilen kesme, pestil, veya kışın yenmek için ortalıkta bırakılmayan nar, ceviz, badem ,meyve kuruları filan saklanırdı.  

Kışın bazı akşamlar, yemeklerden sonra, sandık  büyük bir özenle açılır, o akşam neye karar kılınmışsa büyük bir özenle çıkarılır, kişinin evdeki konumu da göz önünde bulundurularak pay edilir, ve her kes payına razı olarak büyük bir tatla yerlerdi. Kimsenin kimseye hakkı geçmemesine dikkat edilirdi.  

Ama bazen babaannesi ona ayrıcalık yapar, kendi payından bir parça koparıp, göz kırpar, gülümseyerek verir, saçlarını okşar, öperdi. İşte o zaman babaanneyi daha çok sever, içinden bir şeylerin kıpır kıpır ettiğini hissederdi.  

Bir yerlerde duymuştu. Torunlar daha çok sevilirmiş.” Oh! Oh!  iyi iyi. Sevilsin sevilsin…”di. 

Babaanne çok sinirli olsa bile sesi olduğundan daha yükselmezdi. Derdi ki anneme. Kadının sesi asla erkeğinkinden yüksek olmamalı. Yoksa aradaki saygı kaçarmış. Saygı kaçarsa sevgi de peşinden gidermiş. Biz büyüklerimizden böyle gördük, böyle duyduk.” Annem se ” Aman anne o eskidenmiş. Şimdi farklı” derdi her seferinde. 

-Babaannene bir  baksana oğlum .Dedi annesi. Bir şey istiyor mu. 

Diğer kardeşlerinin birbirleriyle didişmeleri, annesinin onlara hafif kızması, gülüşmelerini bırakıp yukarı çıktı. 

İçeri girdiğinde babaannesi yatağa uzanmış, yanağında hafif bir tebessüm duruyor gibiydi. Kahvaltı tepsisi koyduğu gibi duruyordu. Çay bardağı bitirilmemişti. Çok sevdiği yumurtalı ekmek dilimi, ilk ısırıldığı halde duruyordu. 
Eğilip fısıltıyla” babaanne” 

Uyuyakaldı zar .Dedi içinden. Dedi ama içinden tarif edilemeyecek bir ağırlık gelip göğsünün bir yerlerine oturmuştu.   Başından hafifçe kaymış olan, Kenarlarını sarı ve kırmızı boncuklarla kendi işlediği tülbendini düzeltmek istedi. Elinin tersiyle yanaklarına dokundu. Bir aşağı bir yukarı okşadı. Babaannenin teni her zamanki gibi sıcacık değildi sanki. Daha çok ılıktı. Ya da soğumuştu biraz. Soğuktu. 

 Ürpererek hafif geriye doğru çekildi. Sonra tekrar yanağına dokundu. Elini tuttu. İki eliyle tutarak yüzüne götürdü. Sonra büyük bir saygıyla öptü.  

Derler ki ölü defnedildikten sonra, yakınlarından birinin makul bir süre kabir başında beklemesi uygundur.Bu görev babasına kalmıştı. Babasıyla beraber kendi de orda beklemek istedi. Uzunca bir süre, babaannesinin taze toprakla yığılanmış, baş ucuna ve ayak tarafına birer briket konulmuş, ve hafifçe ıslatılmış mezar başında öylece durmaktaydı. Babası kısık bir sesle bir şeyler okurken, diğer eliyle de mezar toprağını okşar gibi düzeltiyordu. 
Acaba şimdi bizi görüyor mu? Konuşsam duyar mı? Ruhu şimdi nerede . 

Acaba büyükbabamla buluştular mı. Büyükbabam  onu gördüğüne memnun olmuş mudur . Eğer cennet var sa mutlaka oradalar mı . 

Yeni kazılmış toprak kokusu. Ve altında daha yeni sönmüş bir yaşam. Toprak biraz alarak kokladı. Bir daha kokladı. Uzun uzun kokladı.  

Demek topraktan geldik, ve tekrar toprak olunurmuş. Öyle derler .  

Ama bilim hiç te öyle demiyor. Lamark, Darvin, bakteri, big -ben, kazlar, maymun, cennet, elma, adem, yılan,  kaburga kemiği, Havva, şeytan,… 

İnsan , doğar, büyür, yaşar ve ölür.Ondan sonrası yok mu. 

 Şimdiye kadar hiç bu denli duygu yoğunluğuna kapılmamıştı. Ve hiç  ölüm, ve yaşamla ilgili bu kadar şey düşünmemişti.  

Her gün olmasa da bazen minarelerden sala okunduğunu duyardı.Bunun bir kişinin daha bu dünyadan elini eteğini çekip gittiğinin haberi olduğunu bilirdi.  

Ya da bazen eller üzerinde, kalabalık bir toplulukla bir cenazenin geçtiğini görmüşlüğü vardı. Bazen trafik kazalarında şu kadar kişinin öldüğünü, şurada bir taziye var da gidileceğini duyardı. Ama ölümle böylesine yakın olduğu, bu acıyı bu denli yaşadığı ilk olmuştu. Büyükbabasının vefatında ,küçük olduğu içindi belki ,bu kadar fark etmemişti. Ama bu daha farklı olmuştu. Ve bu çok garip geliyordu ona. 
Nasıl doğum senin kendi isteğin ve iradenle olmuyorsa, ölüm de senin iraden, ve isteğinle  olabilen bir durum değilmiş meğer.  

Ve günlük hayatını yaşarken, bir çiçeğe dokunurken, okula, işe giderken, yemek yerken, su içerken, bir sevdiğine sarılırken, ve ya bir kavgaya tutuşurken, uyurken, koşarken, eğlenirken, neden se ölüm gelmiyor aklına insanın.  

Bir gün ölebileceğini,  bir ölüye bu kadar  yakın  olduğunda düşünebiliyorsun . 

bottom of page