top of page

 

KALEM TUTUŞUNU HİÇ BEĞENMİYORUM…

O yıl İkinci sınıfları  okutuyordum.

I. Dönem ortasında sınıfıma  bir erkek öğrenci getirdiler.

Yaşına göre kısa boylu ve zayıfçaydı.

Sarıya çalan saçları  alabros kesilmiş, sanki kafasını saklamak istiyormuş casına omuzlarının arasına gömüyordu.

Kahverengi gözlerini sonradan gördüm, çünkü  hiç göz göze gelemedik.. Arkadaşlarına kendisini tanıtmasını isterken, konuşmadan reddetti. Onu  sınıfa  kısaca ben tanıttım.
Ben ona bakarken o benden hep gözlerini kaçırıyordu. Muhtemelen benim ona bakmadığımı bildiği bir zamanda  bana bakmıştır. Ama bir süre göz göze gelemedik.

Somurtkan sayılmazdı ama, bir hafta geçmesine rağmen gülümsediğini hiç görmedim.

Ders zili çalar çalmaz, yerine oturur, defter kitabını çıkarır, kalemini silgisini, kalem açacağını yanına koyar, kollarını kavuşturur, bakışlarını çoğu kez karşısındaki duvarı delip, başka bir dünyada sabitleştirir, ve öylece dersin başlamasını beklerdi.

Diğer çocukların sınıfta koşuşturmalarına, bağrışmalarına, ve hatta kimi zaman kendisini de itip kakmalarına aldırmadan öylece dururdu.

Alt dudağı biraz öne çıkmış, hafif kızgın bakışla  arkadaşlarını süzer, sonra yine ileriye doğru kızgın, umarsız, ve sessizce  beklerdi.

Teneffüslerde önemli bir ihtiyacı olmasa sınıftan çıkmaz, hatta yerinden bile kalkmazdı.

Yanındaki arkadaşıyla bile tek kelime konuşmamıştı.

Anne ve babayla görüşmemizde olumsuz bir durumdan bahsetmemişlerdi.

Aile tarafından doldurulan ” ÖĞRENCİ TANIMA FORMU”ndaki bilgilerde  de her şey normaldi. Ancak bir sorun olduğu ortadaydı.

Bir hafta sonra öğrencimin durumunda olumlu  bir değişiklik  gözlemleyemedim.

Anneyle ikinci görüşmemizde de, “bana söylenmeyen özel bir durumun olup olmadığını” sormama rağmen , kayda değer bir sebep  bulabilmiş değildim. Öğrencimin “okul rehberlik servisine” gitmeden önce , sorunu kendim bulup, aramızda halletmeyi tercih ederdim.

Son olarak tekrar  aileyle bir görüşme ayarladım.

Bu sefer baba  yalnız gelmişti görüşmeye. Teneffüs arasında tekrar görüşürken, “sizin için önemli olmayabilir, ama çocuğu etkilemiş bir durum olmalı” dedim. Yeniden düşünmelerini, önemsiz gördükleri bir konu bile varsa bana söylemelerini rica ettim.

“ 1. Sınıfta öğretmeninin bir sözüne içerlemiş olduğunu,  anne ve babanın bunu pek önemsemediklerini “ öğrendim . Öbür gün aileyi tekrar okula davet ederek konuyu detaylı konuşma fırsatını  yarattık..

1. Sınıfın son dönemlerinde, öğretmeninin çocuğa “ senin bu  kalem tutuşunu  hiç beğenmiyorum” gibi bir cümle sarf ettiğini, çocuğun bu olaydan sonra okuldan soğuduğunu fark ettiklerini, ama önemsemediklerini, ve daha sonraları okula gelmek istemediğini, ve hatta   bir keresinde de ”öğretmeninden nefret ettiğini “söylediğini anlattılar.
Kanımca problemi bulmuştuk. Aileyle aramızdaki  diyalogun çocuk tarafından bilinmemesini rica ederek aileyi gönderdim.

Ertesi gün  tahtaya kelimeler  yazarak, çocuklardan tahtadaki kelimeleri kullanarak ,bir hikaye oluşturmalarını istedim.

Çocuklar yazılarını yazarken aralarında dolaşarak yazdıklarını kontrol etmem sırasında, Özellikle söz konusu çocuğumun görmesini sağlayarak birkaç  çocuğun sıralarına ilişerek oturup, çalışmalarını kontrol  ettim.

Daha sonra onun da sırasına ilişerek oturmak istedim. Durumu  fark etmiş olacak ki özellikle oturmamı engellemek için sıranın ucuna doğru kayıp, bana yer bırakmadı.. Çaktırmadan yüzüne baktım,  son derece rahatsız olduğu ortadaydı.
“Devam eder misin “ dedim.
Elini ve kalemini benden saklamağa çalıştı.

Yazması için ısrar ettim.

Zoraki, çekine çekine yazmaya başladı.

“A a ! Ne kadar güzel bir kalem tutuşun var “ dedim.

 

Birden bire  kalemini saklayarak, ellerini  sıranın altına doğru götürdü. Sonra yavaşça ellerini sıranın altından çıkararak ellerine ve parmakları arasındaki kalemi çevirip baktı, sonra  ani bir hareketle bana döndü. Gözlerindeki kızgınlığı okuyabiliyordum.

“Evet gerçekten. Çok güzel bir  kalem tutuşun var” dedim yeniden.

Tekrar dönüp elindeki kaleme baktı. Kalemi yeniden incecik parmakları arasına yerleştirip baktı.

Evirdi, çevirdi, sanki parmaklarını, ve parmakları arasındaki kalemi ilk defa görüyormuş gibi dikkatlice bakıyordu.

Sonra dönüp  bana , gözlerimin içine baktı. Ama bu defa kızgın değil, soru soruyormuş gibi bir bakış vardı. Tekrar eline bakarken

“Hadi yazmaya devam et” dedim ve yanından ayrıldım. 
Ben arkasındaki sıraya geçerken,  o  hala parmakları arasındaki kaleme bakıyordu. Sonra  arkasına, bana dönüp  baktı.

Sanki bu sefer dudaklarının kenarına hafif bir gülümseme iliştirmiş gibiydi.

 Ben  kendisine göz kırparken, önüne dönüp yazmaya devam etti.

Son ders zili çalınca, çocukların çoğu servisi kaçırmama telaşıyla bir an önce sınıfı terk etmeye çalışırken,  o daha ağır hareketlerle çantasını topluyordu. Son çocuk ta sınıfı terk edince,  çantasını sırtına geçirip yanıma  geldi.

Ben umarsız bir tavır takınıyorken, sol yanağıma bir öpücük kondurup , sınıftan çıktı.

 Bir hafta sonra, sınıfın  en iyi beş öğrencisi arasında o  da  vardı. Ve artık benden gözlerini kaçırma ihtiyacını hissetmiyordu.

Aileyle tekrar görüştüğümüzde,  bana söylemedikleri bir sorununun daha olduğunu ve artık her ne olduysa sorunların bittiğini öğrendim.

Annesinin söylediğine göre  o artık bir haftadır altını da ıslatmıyordu, ve her sabah okula gelmek için erkenden kalkıyor,  büyük bir hevesle servisi kaçırmamak için evden mutlu bir şekilde ayrılıyordu.

Öğretmenin bir kelimesi, bir cümlesi, veya bir bakışı  çocuğun psikolojisini allak bulak edebileceği gibi, veya bozulmuş bir psikolojiyi yeniden düzeltebilir…

Bundandır ki, öğretmenlerin pedagojik formasyonun mutlaka edinmesi gerekliliği bir daha önem kazanmaktadır.

bottom of page