top of page

          O Köy,Bizim Köyümüzdür.

Sene 1989 .Erzurum'da 3.yılım. Evlenmişim,  baba olmuşum.  

Büyük kızım, daha üç-dört aylıkken ,sıcacık memleketten ,zemheri memlekete gelmişiz. Ben acemi baba,eşim acemi anne. Başımızda bir büyüğümüz yok, köylü anneler bizden uzak. Pek köye indiğimiz yok bizim, köyden de pek gelen giden yok lojmana. Hava soğuk.Kar kış kıyamet . Herkes kendi derdinde. 

Bir gün kızım hastalandı. Derdi ne anlamıyoruz. Meme tutmuyor,uyumuyor, sürekli ağlıyor. Akşam saat on gibi başladı, Allah sizi inandırsın sabah namazına kadar oyumadı,uyutmadı. Battaniyede sallıyoruz,,kucakta sallıyoruz,kulağına ninni böğürüyoruz, biz ağlıyoruz, o ağlıyor.

Sabah köy minibüsüne yetişmek için hazırlandık. İlçeye doktora götürmeye karar verdik. Köy minibüsü sabah erkenden kalkıyor. Yakaladıysak gideriz, kaçırırsak öbür güne kalırız. Zaten uyuyamıyoruz hep beraber, gözüm pencerede,kulağım minibüs sesinde. Derken minibüs geldi. Bizim köyden başlayarak,üç dört köy üzerinden, geçerken yer olduğu sürece yolcuyu alır, saat bir gibi tekrar dönüp gelir yolcuları köy köy bırakarak. En son benim köy. 

Şehre ulaşır ulaşmaz, dotora götürdük çocuğu. Hala ağlıyor, hala uyumuyor. Muayeneden sonra,kulak ağrısını olduğunu söyledi doktor. İlaç yazdı,aldık reçeteyi eczaneye. Diğer işlerimizi, alışverişimizi de tamamladık.  

İlçe kaymakamlığından okul için,yarım ton tavşanlı kömürü verildiği söylendi milli eğitim müdürlüğünden. Gittim kaymakamlığa, aldım fişi, verdim minibüsçü Cemale, yüklesin diye minibüse.  Minibüsçü Cemal gelip yükledi köylülerle beraber, üstteki bagaja. 

Herkes hazır olunca çıktık yola. Yol yirmi beş kilometre, fakat bir buçuk saatte varılabiliyor. Köy köy yolcular indiler. Bizim köyden beş kişi kaldık. Ben,eşim,üç köylü ve beş torba tavşanlı kömürü.  

Benim köye iki kilometre kala tipi, kar. Göz gözü görmüyor. Yol karla kapanmış ve minibüs kara saplandı, minibüs gidemiyor.Sabah geldiğimizde ,evet yerde kar vardı tabi ama, yol açıktı.

Ne yapacağız diyorum Cemale.

-Buraya kadar hoca. Daha da gitmir. Ben daha çok saplanmadan, geri geri gideceğim. Yürüyerek devam edeceksiniz diyor.

Çarçabuk çıktı yukarı Cemal. Teker teker  attı aşağıya bizim güzelim kömür torbalarını. İndik biz beş yolcu. Ellerimizde çantalar, kucağımda hasta kızım, yanımda çaresizce bekleyen yorgun eşim. Kar yağıyor, tipi var, kızım ağlıyor, köylüler yola çıkıp gittiler, kaldım ben eşim, ağlayan kızım, alışveriş poşetleri, ve beş torba kömür. Cemal geri geri aldı gitti kırmızı ford minibüsünü. Kucağımdaki kızımı tipiden etkilenmesin diye paltoma sardım sarmaladım, elime bir poşet alıp, eşimin de kollarında poşetlerle beni takip etmesini bekliyorum. Yürüdükçe, daha doğrusu, yürümeye çalıştıkça,ayaklarımın dibindeki kar yükseliyor. Tipi şiddetleniyor. Kar çoğalıyor. Kızımın desibeli artıyor, ben yoruluyorum. Eşim nefes nefese,yürümekte zorlanıyor. 

Bize göre daha tecrübeli ve güçlü olan köylülerim, kendi eşyalarını yüklenmiş, nerdeyse köye varacaklar. Kızdım bir yandan da köylülerime. Bırakıp gittiler diyorum. Yardım etmediler diyorum. Alacağınız olsun diyorum.  

Yürüdükçe kar şiddetleniyor. Tipi artıyor, ayaklarımız ağırlaşıyor. Köy uzaklaşıyor. Eşim düşe kalka takip etmeye çalışıyor. Derken önümde bir silüet gördüm. Bana doğru geliyor, Hayal görüyorum sandım. Sonra baktım benim öğrencilerden biri.  

-Öğretmenim eşya var mı? dedi. 

-Arkamda gelen yengene yardım et dedim. 

Köye varan köylülerim göndermiş çocuğu. Sonra bir çocuk daha, bir çocuk daha.  

Üçünü de geride kalan eşime yönlendirdim. Benim tek düşüncem o anda, kucağımdaki bebekle bir an önce lojmana varabilmek. Çocuklar eşime yardım edecekler nasılsa diyorum. Hızlanmaya çalışıyorum, aksine tipiden ve kardan yavaşlıyorum. Kızım her saniye daha da ağlıyor, ellerini sardığım paltomdan dışarı çıkarmaya çalışıyor.

Üniversitenin birinde bir hoca,öğrencilerinden birini yanına çağırıp, eline boş bir bardak verir.Ne kadar ağır olduğunu sorar. Çok hafif der öğrencisi.Elinde bardakla öylece durmasını ister öğrencisinden, ve derse devam eder profesör. Bir süre sonra, elinde bardak tutan öğrencinin yorulduğunu, kollarının düştüğü, ve boş bardağın ağırlaştığı görülür. Zaman ilerledikçe kaslar yorulur.

Benim de kollarımdaki çocuğun gitikçe artan ağırlığıyla tükenmiş durumdayım.

Kar altında yükselen mezarlık duvarını görünce,biraz olsun rahatladım. Lojman biraz ilerde diye geçirdim içimden. Derken lojmanın kapısına varıyorum kan ter içerisinde.  

Sol koluma almaya çalışırken kucağımdaki kızımı, sağ elimle de pantolon cebindeki anahtarı çıkarmaya çalışıyorum.  

Aksilik mi dersiniz, "Murphy kanunu" mu dersiniz, anahtar sağ cebimde yok.

Der ki Murphy kanunu,"Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir." · "Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak.

Çocuğu sağ  koluma almaya çalışırken, bir yandan da sol cebimdeki anahtarı çıkarmaya çalışıyorum. Bu arada kızım debeleniyor. Ağlıyor. Bir an önce kapıyı açmam lazım. İçeriye girmem lazım. Ben nerdeyse yığılacağım yorgunluktan, çocuk düştü düşecek kollarımdan. Anahtarı sol elimle kapının anahtar deliğine götürdüm. Sarhoşlar gibi bir türlü deliğe denk getiremiyorum. Bir daha, bir daha denedim, başardım. Anahtar deliğe yerleşti.

Soğuk çay bardağına, birden bire sıcak çay doldurulması durumunda çatlayan bardak misali, donmuş durumdaki metal ile cebimde nebzen sıcak olan anahtarın buluşması hiç te iyi olmadı.

Kilidi açmak için anahtarı çevirdim. Çıt diye bir ses duyuldu. Anahtarın sapı elimde, tırtıklı kısmı delikte kaldı . Kaldım kapı ağzında öylece. Sinirlenemiyorum. Küfredemiyorum. Lanet okuyamıyorum. İçeri giremiyorum. Ağlayamıyorum. 

Bir adım geri çekildim.Sol ayağımdan destek alarak ,sağ  ayağımla kapıyı tekmeledim. Bir,iki,üç, çatırdadı kapı. Bir tekme daha ,bir tekme daha , kapı geri çekildi. Lojman salonuna ulaştım. Kanepeye bıraktım ,hala ağlayan, ağlamaktan bayıldı bayılacak, üşümüş, nerdeyse donacak,paltoma sarılı haliyle çocuğu. 

Elektirik düğmesine dokundum ışığı yakmak için.Çıt dedi, ama hala karanlık. Aç kapa,aç kapa.Elektrikler yok.İçerisi zifiri karanlık. İçerisi zemheri,elektrik sobasını da açamıyorum.. Çocuğum bayıldı bayılacak, ben bayılmışım ama hala ayaktayım. Eşim ne oldu bilmiyorum. Kömürler kaldı geride yolda. Kalakaldım öylece çaresizliğin ortasında. Çocuğu bırakıp ortasında soğuk,zifiri odanın, okul bölümüne koştum arka taraftan. Neyse ki okul binasının kapısı kitlenmiyordu. Tezeklik olarak kullanılan Müdür Odasından alabildiğim kadar tezek ve geven alarak koştum tekrar lojmana. Kızım içerde, sesi kesilmiş. Eşim dışarda karla mücadelede. Çocuklarla geliyordur herhalde diyorum kendi kendime.Kızıma baktım nefes alıyor. Kara kömür gözlerini seçebiliyorum, dışarıdan,pencereden sızan kar aydınlığı arasından. Bana bakıyor. Ve gülümsüyor. Ya da ben öyle görüyorum.

Dönüyorum, koridorda tezekleri tekmeleyerek kırıyorum. Sobaya atıyorum kırdıklarımı. Sonra ağzına sobanın, sıkıştırıyorum geveni. Çakmağı bulamıyorum. Ceplerimin birinde olmalıydı. Yok. Kaçmış. Bir daha bakıyorum. Ceplerime, ceketimin iç cebine, dış cebine . Yok çakmak. Bulamıyorum. Sonra kızıma sardığım paltom aklıma geldi.Onun cebinde olabilir. Hala sarılı çocuğa palto. Bakıyorum. Çakmak hemen yanında kızımın. Gülümsüyor kızım bana. Ya da ben öyle görüyorum. Çakmağı alıyorum, ve gülümsüyorum ben de... Yaktım geveni. Önce bir nazlandı , sonra parladı geven. Sonra tutuşturdu tezekleri. Çok güzel yanıyor. Ama bir terslik var. Duman bacaya değil, sobanın ağzından gerisin geri geliyor. Gümbür gümbür geliyor duman. Beyaz beyaz geliyor duman. Öksüre öksüre geliyor duman .

Kızamıyorum. Küfredemiyorum. Lanet okuyamıyorum, ağlayamıyorum. Sobayı borusundan ayırıp, dışarı atıyorum.  

O arada eşim adeta sürünerek girdi içeri. Yığıldı kaldı öylece çocuğun yanına. Çocuklar  girişe bırakıyorlar ellerindeki eşyaları.

Sobayı tuttuğu gibi içeriye taşıdı öğrencilerden biri. Borusuna yerleştirip, çömelip üfürüyor biri sobanın ağzına . Soba utanıyor, tutuşuyor. Yanıyor, ısıtıyor. Sarılıp öpmek istiyorum sobayı, çocuğu, çocukları... 

Hepimiz yorgunluktan öldük o gece.

Ben ,eşim, çocuğum, öğrencilerim, soba, kırık kapı, kilit yuvasında kalan anahtar, tezek, geven, karda kalan kömür, kırmızı ford minibüs... 

Kızım iyileşti sonra, büyüdü, bir o hatırlamıyor o geceyi.  

Eşim çok ağladı, çok yoruldu, hala sevmiyor karı.. 

Kapısı  kırıldığıyla kaldı lojmanın, tamir etmedim, kırılan anahtarı da hala oradadır kanımca. 

Kömürü birkaç ay sonra getirebildik kaldığı yerden. Islanmış,ufalmış halde. Yakamadık zaten tavşanlı kömürümüzü. Hala öylece duruyordur belki tezek odasında,köşede.  

Orda  bir köy var uzakta .

O köy bizim köyümüzdür.

Gitmesek te ,kalmasak ta,

O köy bizim köyümüzdür.  

bottom of page