top of page

GERİ ZEKALI

 

Bir sınıf arkadaşım vardı İmam Hatip Ortaokulu'nda okurken.

"Ailemiz sırf bizden kurtulmak için bizi buraya gönderiyor" demişti.

Kendisi de inanarak mı söylemişti bilmiyorum ama, ben nerdeyse inanmıştım.

1974 yılında İmam Hatip Ortaokulu'nda yanlış hatırlamıyorsam on iki ders vardı o zamanlar. Normal okullarda işlenen müfredattan ayrı, mihver dersler yanında, Kuran- Kerim, Arapça, Siyer gibi dersler de vardı yanılmıyorsam.

Sene sonu geldiğinde on dersten kaldığımı hatırlıyorum. Müzik ve resimden geçebilmiştim sadece.

O zamanlar bütünleme diye bir şans veriliyordu sene sonunda öğrencilere.

Verilen o bütünleme şansımı da gayet iyi değerlendirerek Beden Eğitimi ve şimdi hatırlayamadığım bir dersi daha verebildim. Sekiz dersten sınıf tekrarına kaldım.

Aile konseyi toplanıp, benim geri zekalı olduğuma kanaat getirerek, beni okula göndermeme kararı aldı.

Benim de böyle bir çocuğum olsaydı aynı kararı verir miydim bilmiyorum.

Beni başka bir köye gönderip, dini eğitim görüp, imam olmam üzerine fikir ve söz birliğine varıldı. Bu imkan ve olanak ta, ablamın yaşadığı on-on beş kilometre kadar uzaklıktaki köyde mevcuttu.

Ablam , eniştem, benden büyük olan biri kız ,biri erkek yeğenlerim, erkek yeğenimin yeni gelin eşi, ve yine benden küçük iki erkek,  iki kız yeğenim, 3 çift camış, yedi keçi, ve sayılmayacak kadar kümes hayvanıyla beraber yaşamaya başladım.

Köy camisinin hücre denilen bölümünde biz yaklaşık yirmi civarında, on ile on beş yaşlarında, kızlı erkekli öğrenciler kuran-ı kerim öğrenmeye başladık. Çoğu köylünün kendi çocuklarıydı. Bir ben yabancıydım.

Talebeler arasında sarışın bir kız da vardı. Çok güzeldi. Onun yakınına oturmak için, onu görebilmek için bile olsa, imam olabilmek için devam edebilir, her şeye katlanabilirdim.

Hocamız, köy imamının kardeşi Abdullah hocaydı.

Abdullah hoca ,Allah’ın gücüne gitmesin ama, yüzüne bakılmayacak kadar çirkindi. Belki de benim gözümde öyleydi, bilemiyorum.

Orta boylu, zayıf, esmer, yüzüne göre uzun ve kemerli burnu, kulakları normalden daha  iri ,sol gözüne  bulut çökmüş, yanındakine baktığını sanıyorken ,aslında sana bakan şaşı gözleri, dört parmak kadar uzunluğunda  hafif ağarmış sakalı, sağ ayağı sol ayağına göre daha kısa ,yürürken penguen gibi sağa, sola kaykılarak yürüyordu.

Bir gün yine derse başladık. Verilen bölümü ezbere okumamız gerekti sanırım o gün. Ezberlemişim, ama o güzel kız da orda ve bana çok güzel bakıyor. Ben okuyacağıma bakışlarımı kızdan ayıramıyorum. Bunu fark eden Abdullah, sağlam olan sol ayağından destek alarak,  sol yanağıma bir tokat salladı ki, ilkokul öğretmenimin tokadını da geçti.

Meğerse kız Abdullah’ın kızıymış. O babaya bu kız, bu kıza o baba. Adaletine bir şey demem Allah’ım ama, tabi ki yine de sen daha iyi bilirsin.

Bir daha da gitmedim Abdullah'ın camisine. Her sabah camiye gidiyorum diye çıkıyorum ablamlardan, sokak sokak geziniyor, dersin bitimiyle dönüyorum eve. Kızı da ,camiden çıkışlarda ,sokak arasında görebiliyorum. Benim içim cız ederdi her karşılaştığımızda, ama onun umurunda bile değildi sanıyorum.

Tabi çok geçmeden duyuldu benim kaçaklığım. Her kes ayrı ayrı kızdı bana. Eniştem, ablam, benden büyük olan yeğenim bile kızdı bana, ayıpladı..

Sonra bizimkiler duydu tabi peşinden.

Dediler ki benim için, bu geri zekalı bunu da başaramayacak, eve dönse sersem tavuk gibi dolanacak ortalıkta, hakkından gelecek bir iş te yapamaz bu. Bizimkilerin yaşadığı küçücük köyde daha ilkokul da yok o zamanlar, iyisi mi hazır buradayken ,köy öğretmeni biraz ilgilense de, belki İngilizce öğrenir dediler ne alakaysa....

 Öğretmenden rica edildi. Hafta sonları ve derslerden sonra az biraz ilgilenir mi babasının hayrına.

Olur dedi galiba öğretmen. Ama anladım ki sonra, galiba öğretmenim de İngilizce bilmiyordu.

Çünkü  o İngilizce dersi  hiç olmadı. Her seferinde ya sohbet ettik ,ya bana sınıfı süpürttü, ya iki yaşındaki oğlunun elinden tutturup bahçede gezdirdi, ya çeşmeden su getirtti, ya da dışarda diğer çocuklarla top oynadık beraber.

Bir gün hafta sonu ,yine olmayan İngilizce dersimiz için öğretmen lojmanına gittim.

Kapıyı çaldım, yokmuş evde öğretmen. Büyük ihtimalle ilçeye inmişti.

Lojmanın dış kapısının dibinde, bitmiş margarin tenekesinden oluşturulan çöp tenekesi duruyordu. İçinde ne var acaba merakımdan şöyle hafif karıştırdım. Ekmeğe benzer bir şey vardı, ama bu öyle köy tandır ekmeği değildi. Fırın ekmeği hiç değildi. Eğildim tenekeden çıkardım, bayatladığından ,veya yenmediğinden çöpe atılmış bir dilim eskimiş kek. Çevreme baktım, kimse var mı diye. Kimsecikler görmeden attım ağzıma.

Ben hayatımda öyle güzel bir kek yemedim daha.

İki yılımı kaybettim ben eğitim hayatımdan. Buna sebep olan benim geri zekalı olmam mıydı, ailemin şartları mıydı, ya da İmam Hatip Ortaokulu'ndaki öğretmenlerim miydi bilmiyorum.

Ama o Arapça Dersi öğretmenimi hiç affetmedim.

Sonra eve döndüm.

Benden ne köy ne kasaba, ne davulcu ne zurnacı çıkarmış.

Öyle demişti abim.

Bir gün nasıl oldu, kiminle Diyarbakır’a geldim şimdi hatırlayamıyorum.

Amcam vardı rahmetli. Benim  o olmayan aklıma nasıl geldiyse , amcama, okula gitmeyi çok istediğimi, ama o imam hatip okuluna gitmek istemediğimi söyledim. Amcam da oradan tasdiknamemi alıp, yaşıtım olan oğlu Murat'ın da gittiği  "Melik Ahmet Ortaokulu"na kaydımı yaptırdı.

Ortaokulda kaç ders işleniyordu hatırlamıyorum şimdi, ama üç yıl okuduğum orta okulda hiç bir sene, hiç bir dersten hiç sınıfta kalmadım.

Yaşasın.

Demek ki geri zekâlı değilmişim…

bottom of page