top of page

KARNI ŞİŞMAN UZUN SOPA

Yine sene 1968 veya 69 yılı olacak. Ergani’deyiz yine.

Hani köy imamı olan babam seçimlerde köye muhalefetlik yapıp köyden kovulmuştu ya, işte o zamanlar.Altı yaşındayım ben, abim se 8 yaşında.

Annem kardeşin de gelsin diyor beni abimin peşinden ittiriyor, abim de götürmek istemiyor, beni anneme geri ittiriyor. Zaten ne zaman peşinden gitsem illet olurdu.

Halbuki abimin nereye gittiğini bile bilmiyorum. Niye beni göndermek istiyor annem, o nu da bilmiyorum. Abim neden beni istemiyor, onu hiç bilmiyorum. Ama annem ısrarla kardeşin de gelsin diyor.Abim olmaz diyor.

Sonunda annem baskın çıkıyor. Abimin peşi sıra koşturdukça, abim daha da hızlanıyor yetişmeyeyim diye. Salya sümük, nefes nefese,bir elimle düşmesin diye yamalı pijamamı tutarak,ayaklarıma büyük gelen lastik ayakkabılarıma da sahip çıkarak ve ağlayarak peşinden  koşuyorum. Ve nihayet okulun bahçesinde yakaladım abimi.

Okulun bahçesi kalabalık. Abimi tam kaybetmek üzereyken,  abiliği baskın çıktı bu seferlik. Kolumdan çekiştirerek, söylene söylene, biraz da mıncıklayarak okulun içine soktu. 

Salonda çocuklar kimi yere oturmuş, kimi tünemiş ,kimi dizleri üzerine çömelmiş şekilde yığılmışız. Abimle ön sıralara kadar kaydık. Ya gerçekten çok kalabalık ya da salon küçük, bana çok büyük ve dolu görünüyor.

Önce salonun orta yerine bir sandalye getirip koydular. 

-Süküüüt .diye bağırdı o sandalyeyi getiren adam.

Her kes birden sessizleşti. Adam gidince yine kıpırdanmalar, mırıldanmalar, sesler yükseldi.

Bir süre öylece bekledikten sonra,Derken, bir adam, kafasında lengere benzer bir şapka, ve elinde karnı şiş uzun bir sopa olan başka bir adamın kolundan tutup, ortadaki sandalyeye getirip oturttu. 

Bu sefer bu adam

-Süküüüt .diye bağırdı.Her kes sustu.

Sandalyedeki adam, karnı şiş sopayı dizlerine koydu.Uzaktan bakınca, sandalyedeki adamın yüzü , komşumuz Zülfikar amcanın yüzü gibi buruş buruştu. Yetersiz ışıktan mıydı bilmem ama, sanki gözleri de yoktu gibi.

Bir şeyler konuştu önce, ama uğultudan pek bir şey anlaşılmıyordu. Sonra başka bir adam gelip çok konuştukları için oradakilere çok kızdı. Kızan adam kızınca ortalık biraz sessizleşti. Sandalyedeki adam yeniden bir şeyler söyledi.

Sanki  gözlerinden, hastalıktan filan bahsetti. Ya da bana öyle geldi. Sonra adam elindeki karnı şiş sopaya eliyle vurmaya başladı.

Vurdukça güzel sesler çıkıyordu ,güzel sesler çıktıkça daha da vuruyordu o karnı şiş sopaya.

 Sonra bir şeyler söyledi sopaya. Uzun muymuş ince miymiş bir şeyler.

Sonra adamın sadık diye bir arkadaşı varmış. Sadık yârim dedi çünkü.   

Kara toprak dedi,  uzun ince bir yol varmış, adam gece gündüz gidiyormuş.

Abime dedim ki ,"abi bu adam madem görmüyor, nasıl gece gündüz gidiyor ki." Dedim. Abim dirseğiyle böğrüme bir indirdi, sustum. Zaten istemeye istemeye getirmiş. Bir de soru sorunca kızıyor abim. Ben de sustum.

Bir ara sıkıştım, çişim geldi. Abi çişim geldi dedim, altına yap dedi.

Ben de yavaştan bıraktım. Önüme baktım akıp gidiyor. Ne bileyim alıp başını gider de önümüzde yılan gibi kıvrılacak. Kimseler görmesin diye çişimin üzerine iyice oturdum.

Sonra o adam yine bir şeyler konuştu .Herkes alkışladı.Ben de alkışladım.

Gelip yine kolundan tutup götürdüler başında lenger şapka, elinde karnı şiş sopa olan adamı. Acaba yanlış bir şey dedi de mi alıp götürdüler diye sordum abime, bir dirsek daha yedim yandan yandan. Abime de bir şey sorulmuyor ki.

Sonra herkes çıkmaya başladı salondan. Abim de kalkıp beni çekiştirmeye başladı, ama ben gidemem ki, kalksam altıma yaptığım görünecek. Abim anladı zaten, altıma şöyle bir baktı, önce bir tükürdü suratıma, sonra bir dirsek, sonra çekiştire çekiştire beni çıkardı dışarı. Arkama dönüp baktım, ıslaklık ta peşimden geliyordu.

 Okuldan çıkana kadar abim dayandı. Sokak arasına girer girmez yapıştırdı tepiği. Sonra söylene söylene yürüdü. Ben arkasından koşuşturmaya çalışıyorum. Yine hem ağlıyorum hem de yetişmek için koşturuyorum ardından

Islak pijamam düştü düşecek. Ayakkabıma dolan ıslaklıkla ayakkabılarım ayağımdan çıkıyor. Bir elime ayakkabılarımı alarak, bir elimle de düşmekte olan pijamamı tutarak, yine salya sümük ağlayarak ,yalın ayak abimin peşinden koşuyorum nefes nefese, yetişemiyorum...

Yıllar sonra Aşık Veysel’den söz edilmişti bir yerlerde bir şekilde. Hele hele sesini duyunca ve resmini de görünce, o lenger şapkalı, yüzü buruşuk ve gözleri yokmuş gibi, elindeki karnı şiş uzun sopalı adamı hemen hatırladım.

Gelmişti Aşık Veysel, çalmıştı türkü türkü, söylemişti uzun ince, sadık yârim, kara toprak…👇👇

"Ben gidersem, sazım sen kal dünyada.."

bottom of page