top of page

     SAĞIR VE DİLSİZLER

  

Bunca yıl geçti üzerinden, ne zaman hatırlasam hala içim acır, üzülürüm. 

 Kendime mi acırım, yoksa o zavallıya mı bilmiyorum. 

Küçüğüm. İlkokulu yeni bitirmişim. Ufak tefeğim. Köyden gelmişim. İlk defa annemden ayrıyım. Başkasının evinde emanetim, sığıntı gibiyim. 

Doyamıyorum, açım. 

Ne yediğimi ne içtiğimi bilmiyorum. İşin en kötüsü, geceleri altımı ıslatıyorum. 

Kokuyorum, ve giysilerimi kurutamıyorum ,değiştiremiyorum. 

Ter kokusu değil, kir kokusu değil, çiş kokuyorum resmen. 

Köyde İlkokulu bitirdikten sonra, beni neden bir  Yatılı Bölge Okuluna göndermeyip, sırf İmam Hatip Okulu’nu okuyup, imam çıkayım diye ,bu tanımadığım, bilmediğim, sevilmediğim akrabamızın evine  bırakmalarına kızmışımdır hep. 

 Sene 1974'ün Diyarbakır’ında, daha atların yarıştığı  Koşuyolu  bile olmadan ki Bağlardı. Birkaç üzüm bağlarının olduğu bölgeydi ,Bağlar Semti , Çamur deryasıydı.  Köylerden bir sebeple kopup gelenlerin ,gece kondurup, sabah oturdukları ,sıvasız, badanasız, yolsuz, susuz, çoğu elektriksiz tek tük evlerden oluşuyordu Bağlar. 

 

 Çamur deryası bağlardan çamur taşıyarak minik kunduralarımla her sabah , tren istasyonun altındaki peron geçidinden geçmek için, bildiğim bilmediğim  bütün duaları okuyorum içimden. 

 Ve önümü kesiyor o zaman dört tane, eşkıya mı desem, harami mi desem, dört gariban mı desem. 

Ben zaten meteliksiz, çantama konan dokuz adet zeytinle yarım somun ekmeği alırlarken, seviniyorum dayaktan kurtulduğum için, bir yandan da üzülüyorum ,öğlen  aç kalacağım için. 

Ve bunlar olurken yanımdan gelip geçen bütün bunca Allah’ın kulları kör, sağır, dilsiz  ve merhametsiz.Kimse dönüp demiyor o çocuklara, ne yapıyorsunuz  çocuklar bu çocuğa. 

Geçip gidiyorlar başları önde, yetişmek için gidecekleri dünyalarına, her neredeyse dünyaları. 

Kurtulup peron şakilerinden ,peşi sıra peron şakilerinin, giriyorum okulun ,Sümer Cami'isine bakan soğuk, siyah demir kapısından İmam hatip Ortaokulu'na.  

Dönüp bana “kimseye dersen eğer…hmmmmm” diyor kara ,zayıf, çirkin çocuk, parmak sallayarak.Bunca yıl geçti üzerinden, ne zaman hatırlasam hala içim acır, üzülürüm. Kendime mi ona mı ,bilmiyorum. 

Boy olarak iki katım, yaş olarak üç katım, kilo olarak ta en az dört katım. 

Ebe vicdansız, bu kadar kara olur mu insan. Bu kadar çirkin olur mu insan. Bu kadar korkunç olur mu insan. Bu kadar zavallı olur mu insan. 

Olunurmuş. 

Günlerden en sevmediğim gün .Derslerden en sevmediğim ders. Öğretmenlerden en korktuğum öğretmenim. 

Günlerden Pazartesi, derslerden Arapça, öğretmenlerden en  zavallısı öğretmenlerin. 

Ve daha  Türkçeyi iyi öğrenememişken, Arapça konuşmam beklenen ben. 

Arapçadan, Türkçeden önce onu sevmem gerektiğini bilmeyen zavallı öğretmenim. 

Ve sorular soruyor bana anlamadığım bir lisanla. 

Anlamadığım bir sesle, anlamadığım bir çirkinlikle. 

Ve bilmiyorum ben. 

Alıp beni pencerenin önüne getiriyor, titriyorum, korkuyorum, ama ağlayamıyorum. 

Tutup beni pencereden sarkıtıyor kollarımdan. 

Korkuyorum, titriyorum, ağlayamıyorum. 

Okulun arakasındaki sağırlar ve dilsizler okulu bahçesinde koşuşturan çocuklara bakıyorum. O an onların yerinde olmayı o kadar çok diliyorum ki. Olamıyorum. 

Ve annemi özlüyorum. Annemi çok özlüyorum. 

Sonra tekrar sınıftayım, karşımda yine ,kara, çirkin, sevimsiz, zavallı öğretmenim. 

​ 

Bunca yıl geçti üzerinden, ne zaman hatırlasam hala içim acır, üzülürüm. 

 Kime, kimlere bilmiyorum. 

Hala kızgınım, hala kırgınım, hala çocuğum, ve hala annemi çok özlüyorum. 

 Yatılı Bölge Okuluna yazdıracaklarına, imam çıkamam umudu ve beklentisiyle İmam Hatip Okulu’na  gönderen imam babama mı , beni hiç sevmeyen şu zavallı tanıdık bekçinin şişman karısına mı , Çiş-li, çiş-li diye tempo tutarak alay eden, bekçinin sıska kızlarına mı ,peronda önümü kesip zeytin -ekmeğimi alan dört şakiye mi ,beni pencereden sarkıtan ,kara, çirkin, korkunç, sevimsiz ,zavallı Arapça öğretmenime mi kırgınlığım, kızgınlığım. 

Ya da beni aralarına almayan , şu Sağır ve Dilsizler Okulu bahçesindeki  sağır ve dilsizlere mi. 

 Bilmiyorum. 

bottom of page