top of page


     ONLAR BİZİ SEVERDİ

Onlar bizimkileri çok severdi, bizimkiler de onları. Ama ben onları hiç sevmezdim. Hatta nefret ederdim.  

Babam her fırsatta bayıla bayıla o adamdan söz ederdi. Annem, hanımım da hanımım der başka da bir şey demezdi. Ablam da ,onların o şişko, o çirkin, o birbirlerinin aynısının tıpkısı olan o sevimsiz ikiz kızlarına bayılıyordu.                     
Ama ben adamdan da o yaşıtım olan oğullarından da karısından da kızlarından da nefret ederdim.                       
     Onları görmemek için bütün gün evden çıkmıyordum. Ama onlar yine ne edip edip, bir şekilde bana görünüyorlardı. Onun, o şımarık, gülerken ,yüzü sırıtan bir tilki yavrusuna benzeyen o sarışın, mavi gözlü oğlanın giysilerini makasla dünya kadar parçalara bölmek istiyordum. Ayakkabısını çiviyle kapının eşiğine çivilemek istiyordum. Ama o her seferinde oyun oynamak için gelir beni sürükleye sürükleye , oyuncaklarla dolu  o kahrolası oyuncak odasına götürürdü. Bütün o dünya kadar oyuncakları tek tek burnuna, gözlerine ,kulaklarına sokmak isterdim.                      
  Gülerken ,göbeği inip kalkan, vücudunun üstü, altına orantısız, sırf kollarındaki bilezikleri göstermek için  kollarını sallayıp duran, marul gibi kabarık saçlarının ortasında bir kurbağaya bezeyen yüzüyle, o şişko karısını görünce tüylerim diken diken olurdu.Hele o şişko kızlarının o uzun, at kuyruğuymuş gibi dökülen sarı saçları var ya.Tel tel alıp yolmak geliyordu içimden.Eşek anırmasını andıran kahkahaları yankılanıp dururdu günün her saatinde her yerde. 

      Evden hiç ayrılmadığı halde, çok görmezdim o adamı. Görmek te istemiyordum zaten. Patlak gözlerinde hep bir şeytanlık gizliydi sanki. Bir keresinde kafasını çekice benzettiğimi söyleyince kızmıştı babam. Kafası hep sıfır numaraydı. Uzun sayılmazdı ama, babamdan uzundu. Babamdan da kiloluydu biraz. Yürüyüşünü horoza benzetirdim. Elinde kocaman taşlı kehribar tesbih, diğer elinde, yansın yanmasın hep bir puro bulundururdu. Ceketi hep omuzundaydı kolları yokmuş gibi. Konuşunca sesini yükseltirdi etrafındakilere. Genellikle de sağ elinin işaret parmağını sallayarak konuşurdu. Zaten hep o konuşurdu.  
Ama yine de onlar bizi severlerdi. Fakir olmamıza ve ter kokmamıza rağmen.                    
       Babam hep yanındaydı bildim bileli adamın. Alırdı karşısına babamı, bir şeyler anlatırdı da anlatırdı uzun uzun. Babam da elleri önde , başı hafifçe eğik, kafasını sallayarak ve gülümseyerek onaylardı dediklerini. Hatta bazen de babamın sırtına hafifçe vururdu bir yerlere gönderirken sıvazlar gibi. Ama çoğu zaman kaşlarını çatarak yükseltirdi sesini babama. İşte o zaman babama çok kızardım içimden.              .                         
      Eskimiş, ama aslında yepyeni duran giysilerini giymeye kıyamaz, babama verirdi adam.                 
Babam da giymeye kıyamazdı gündüzleri, akşamları evde giyer otururdu öylece, eskimiş ama aslında eskimeyen giysileri, oturmaya kıyamadıkları için babama verdikleri o etrafı süslü koltuğa.. 
      Ve tıpkı o elbiselerin ve o koltuğun gerçek sahibinin puro içmesini taklit ederek, sarma sigarasından nefesler alır, İskoç viskisini yudumlar gibi yudumlardı Karadeniz’in demli Rize çayını. Nedenini bilmem ama, bazen ağladığını görürdüm sessizce babamın. 

 

       Annemin hanımının da çok güzel, parlak, süslü, simli çeşit çeşit elbiseleri vardı. Ve o da annemi o kadar severdi ki, bunları giymeye kıyamayıp anneme verirdi. Annem de yazık kıyamazdı giymeye. O da babam gibi akşamları giyer, aynanın karşısına geçer, dolanıp dururdu ,ona çuval gibi gelen giysilerle. Deve kuşuna benzetirdim o zaman annemi ,o bol giysilerin içinde, uzun ve cılız fiziğiyle. Ama üzülmesin diye de söylemezdim anneme. Sonra çıkarıp katlayıp sandığa kitlerdi o eskimeyen ve giymeye kıyamadıkları giysileri. Bir tek ablam giyerdi o kendine göre çok daha şişko kızların elbiselerini. Gece gündüz hiç fark etmezdi, giyerdi dolanıp dururdu ortalıkta, herkesin gözüne soka soka. Bir keresinde üstüne çay döktüm diye eşek sudan gelene değin dövdü beni ablam. Ama ona hiç kızamadım.  

    Onlar ,onların o giymeye kıyamadıkları elbiselere bayılıyorlardı, ama ben o mavi gözlü çocuğun giydiklerini giymekten nefret ederdim. Her seferinde bir daha giymeyeceğime dair yeminler ederdim, ama annemle babam üzülmesinler diye de yine de giyerdim. Giyerdim çünkü başka giyeceğim de yoktu aslında. Üzerimdeyken bile o giysileri tükürüğüme boğardım . Sanki benim üzerimde değil de, o suratsız sarı oğlanın üzerindeymişler gibi. Sanki giysiler değil de, onun yüzüydü tükürdüğüm. 
       Evet biz fakirdik, üstelik neden fakir olmak zorunda olduğumuzu da bilmiyordum. 
Kim bizim fakir olmamızı istemiş olabilir ki. Hem neden? Ne zamandır fakirdik ve ne zamana  kadar böyle fakir kalacaktık bilmiyordum. Sonra onlar neden zengindi. Kim onların zengin olmalarına karar vermişti ve ne zamana kadar zengin kalacaklardı.  

Mesela bir gün onlar fakir olup, biz zengin olabilecek miydik? 
Bir gün babam o adama bir şeyler söyleyip sırtına sırtına hafif vuracak mıydı mesela. 
Veya babam da bazen sesini yükselterek o adama kızacak mıydı, parmağını sallayıp, kaşlarını da çatarak şöyle.  
Mesela, kocaman, çok odalı, çok eşyalı bir evimiz  olacak mıydı, Ve o adamın karısı bize bize temizliğe gelecek miydi mesela.Annem ayaklarını uzatacak mıydı mesela, o temizlik yaparken.                                                                                                                               Hatta hatta , bu sarı oğlan değil de ben karar verebilecek miydim hangi oyunu oynayacağımıza.  Ve daha onlarca soru dönüp dolaşıyordu kafamın içlerinde cevapsız. 
     Bir gün yine o adam babama bir şeyler anlatıp duruyordu heyecanla. Bu sefer babam oturmuş o ayaktaydı babamın karşısında. Ama babam adama bakmıyordu. Başını öne eğmiş öylece oturuyordu daha önce oturduğunu hiç görmediğim geniş ve siyah koltukta.      Sonrasında o günün, babam kayboldu, ve bir daha gelmedi. Annem ağladı kaç gün kaç gece bilmiyorum. 
Ben anneme sarılırdım o ağlarken. Ama o hiçbir şey söylemeden, sadece ağlardı. 
    Ablamın umurunda bile değildi bütün bunlar. O sarışın, o çirkin, o şişko ikizlerin elbiselerini giyer, onlar gibi konuşur, onların saçları gibi olmayan saçlarını onların sarı saçları gibi bağlar, onların gözleri gibi olmayan gözlerine, onlar gibi sürmeler çeker, onlarla oyunlar oynardı, bıkmadan, yorulmadan. 

      Bir gün annem elimden tutup bir yere götürdü beni. Bir sürü demir kapılardan geçerek, yarı karanlık bir koridorda bekledik öylece ayakta. Ne kadar sonraydı bilmem, biri geçti demir parmaklıkların öte tarafında durdu.Babammış. 

 İlk kez babama kızmadım. Acıdıydım sanırım. Ne kadar zayıflamıştı, ve gözleri ne kadar da uzaktaydı. Kara, kirli sakalları kanatıyordu sanki yüreğimin bir yerlerini. 
-Oğlum. Diye seslendi. Bir şeyler daha dedi sanki bana. Ama ben duymuyordum. Neden buradaydı babam bilmiyordum. Bundanmış meğer annemin günlerce gecelerce  bana sarılarak ağlaması. Orada öylece bırakıp geldik  sonra babamı. Bir daha da hiç görmedim zaten onu. 
      

     O adam şimdi başka bir adamı alıp alıp karşısına , söylenip duruyor babama söylendiği gibi bir zamanlar.Yeni adam da ellerini önde kavuşturup başı önde bekliyor öylece,d aha önce babamın yaptığı gibi. O adamın da sırtına vurarak konuşuyor, parmağını salaya sallaya. Kızıyorum o adama da. Adama da. Hepsine kızıyorum. Babama, anneme, adamın karısına, çirkin, şişko, sevimsiz kızlarına, tilki yavrusu suratlı oğlana. Bir ablama kızamıyorum. 

  Sonra bir gün karar verdim. Ben büyüyünce zengin olmayacaktım. Büyükçe ,bir sürü odalı, çok eşyalı bir evim olmayacaktı.  Şişko bir karım olmayacaktı.  Böyle sarı,tilki yavrusu suratlı bir oğlum ve birbirinin tıpkısının aynısı, çirkin, sevimsiz, mavi gözlü, sarı  uzun saçlı  gıcık iki tane kızım olmayacaktı.  
Kimseye eskimiş giysilerimi, eşyalarımı vermeyecektim. Adamla konuşurken sırtına vurmayacaktım sırıta sırıta.  Çağırırken birilerini, elimle şöyle şöyle hareketler etmeyecektim.  
Hele onların o küçük erkek çocuklarına çocuğumun eskimişlerini giydirmeyecektim asla.   
Ve oğlumu  ittirdi diye kulağından tutup tokatlamayacaktım babasının yanında  başkasının çocuğunu. 
  Onlar zengindi. Ve biz fakirdik evet.  Anlamını  bilmediğim o kelimeyi annemden duymuştum ilkin. Buna rağmen bizi seviyorlardı. Ya da biz öyle biliyorduk.                  Eminim, onlar bizi bir kedi veya bir köpekmişiz gibi severlerdi. Ama ben onları hiç sevmiyordum. Nefret ediyordum. Ve onlar da bal gibi biliyorlardı onları hiç sevmediğimi. 

    Dedemin köyüne gideceğimiz için bir tek ablam üzülüyordu. O şişko kızlardan ayrılacağı içindi belki. Kromozomları bizim gibi olsaydı , o da bizim gibi düşünürdü sanırım. Nerden bileyim. 

        Biz daha toparlanamadan o diğer adamın karısı, kızı ve oğlu gelip yerleştiler eve. Hem zaten  eski,ama hiç eskimeyen eşyalar duruyordu evde..  

Biz çıkıyorduk, yeni kurbanlar giriyordu. 

bottom of page