top of page

         Köyde İlk Yemek

“Aslan, kendi yerini kendi yapar “derdi rahmetli abim.  

Ilk öğretmenim olarak bilirim abimi. Ama maalesef gerçek ilkokul öğretmenim öğretmenim olmadı benim. Ondan geriye tek hatırladığım, “Alpullu tokadı, ve beraberinde altıma işemem. Ve bir de, benim için hiçbir anlam ifade etmeyen ismi. Mithat Yiğit... 

Asıl demek istediğim, abimin bana ilk nasihatlarındandır.

”Seni sen yapan değerlerindir. Kendi değerini kendin bilirsen, kendine ve çevrene saygı duyarsan,çevren de sana saygı duyar,ve değerlenirsin”

 

Mesleğe başladığımın ilk günleriydi. Atandığım ücra köyde, daha haftam dolmadan, daha köye inmişliğim yokkken, köylümü daha iyi tanımıyorken, çocuklardan birinin yarım yamalak Türkçesiyle evlerini tarif etmesi.

-Öğretmenim sen akşam bize misafir” demesi. 

Hava soğuk. Kar diz boyu.Sıkı giyinerek çıktım okul  lojmanından.Nerden bakarsan okul lojmanı köyden dört yüz beş yüz metre uzakta.

Yerdeki karın bembeyaz karanlığı ,ve gökteki dolunayın simsiyah aydınlığı köyü kuşatmış durumda.

Sokak lambalarının ve bazı evlerdeki pencerelerin cılız lamba ışıklarını da takip ederek,gündüzden köy sokaklarında giden gelen insanlar, ve sulamaya götürülen davarların bıraktığı patika yolu takip ederek, ve düşmemek için de soğuk havadan buzlaşmaya yüz tutmuş zemine de dikkat ederek , çocuğun tarif ettiği evin yakınına vardım. Yaklaştıkça, gelen gürültüden dolayı , o ev olacağını tahmin ederek avlunun dış kapısından girdim. Köy odasının kapısından dışarı sızan ışık ve sesler dışarı taşmaktaydı.Kapıyı iterek odaya girdim. 

Oda, yaklaşık onbeş metreye on metre büyüklüğünde, ortada varil büyüklüğünde bir soba, tıklım tıklım insanla dolu, sigara dumanından  göz gözü görmez bir halde. 

Selam vererek bir kaç saniye öylece ayakta bekledim. Birileri bana karşılık verir, yer gösterir diye boşuna beklemişim. Gürültü, konuşmalar, bağrışmalar arasında , geri mi dönsem, kalsam mı ikilemi içerisinde ,kapıya yakın boş bir yer bularak çömeldim. 

Ne konuştuklarını anlayabiliyordum tabi. Bağrışmalarından, tartışmalarından  bir sorun,bir kavga, bir düşmanlık olduğunu anlayabiliyordum. Köylük yerlerde, kendi aralarında, veya komşu köylerle zaman zaman sorun yaşanması görülülebilen, olağan  bir durumdu. 

Derken bir ara,odanın üç yerine, çapı yaklaşık bir metre olan üç tane tahta sofra kuruldu. Gençler ,yemekleri taşıyıp sofrayı kurdular. Herkes  yakın olduğu sofraya üşüştü, ben de kapıya yakın olan sofraya yanaştım. Karnım aç. Davet edilmişim diye  yemek te yapmamıştım. Gerçi yemek yapmasını da pek beceremiyordum zaten.Karnımı doyurma ümidini de taşıyarak inmiştim köye.  Benim sofra genelde benim yaşlarda, benden küçük gençlerden oluşuyordu. Yirmi dört yaşlarındaydım ama, yerimin kapı arkası olmadığını düşünüyor, orayı kendime yakıştırmıyordum. Yemekler yendi, ama içim içimi yiyiyordu. Hiç mutlu ve huzurlu değildim. 

Tartışmaları köylünün,yemek esnasında da, yemekten sonra da devam ederken, hala farkedilmemiş ve hak ettiğim ilgi alaka gösterilmemişti. Kendimi belli etmem,varlığımı hissettirmem, beklediğim ilgiyi üzerime çekmem gerekiyordu.

 Fırsatını bulur bulmaz ayağa kalkarak 

-Helal olsun size. Misafirinizi ağırlamanız bu mu. Öğretmeninize saygınız bu mu. Yabancı birine ilginiz bu mu.  diyerek yüksek sesle  orta yere konuştum 

-Öğretmeniniz olarak ta bir daha köye inmem . Diyerek kapıya yöneldim. 

Oradan biri, "hoca bekle çay içelim" . Deyince 

-Evde yemeğim de , çayım da vardı benim. Ama davet ettiğiniz için geldim. Bu ilgi ve alaka karşısında bir daha da köye inmem. Diyerek çıktım. 

Karı yara yara okul lojmanına doğru ,yokuş yukarı çıkarken, kızgın ve üzgündüm. Yorgun ve mutsuzdum. Lojmanıma gelene kadar bir kaç kere düştüm kalktım, lanet okudum ,küfrettim hem kendime hem köylüye. Ne işim  var burada dedim. Türkiyenin altmış yedi vilayetinden çıka çıka tayinim Çıkmıştı Erzuruma. Erzurumun bunca ilçelerinden çıka çıka Horasan çıkmıştı. Horasanın bunca köyü varken, gele gele ilçenin en uzak, en ücra, en karlı,en soğuk ,en yalınız köyüne gelmiştim.Hemen sabahında kalkıp gitmeliyim buradan.Her şeyi bırakıp dönmeliyim memlekete.Zaten sevdiğim, istediğim bir meslek değildi öğretmenlik. "Hiç değilse bir öğretmen olursun" demişlerdi bizimkiler tercih yaparken.

"Boş kalmaktansa, evdekilere masraf olmaktansa, belli bir yaşa gelmişsin madem, ekmeğini kazan artık" demişti abim . 

O gece hem soğuktan , hem sinirden, hem korkudan uyuyamadım.Soğuktan diyorum, sobayı yakamıyorum, veya yanmıyor.Sinirlerimi bir türlü yatıştıramıyorum. Korkuyorum,çünkü yabancı bir yerdeyim, tek başımayım, resti çekip çıkmışım köyden, ya birileri bana takarsa... 

 

Ertesi gün , okulu açtım, çocuklar koltuk altlarında tezek ve gevenlerle , soğuktan kızarmış ve akan burunlarıyla ,titreye titreye gelmeye başladılar. Büyüklerden Remzi Ve Cemil tezekleri kırıp sobayı doldurdular. Sobanın ağzına geven denen kuru otu sıkıştırıp, yanlarında getirdikleri kibriti dikkatlice yakıp geveni tutuşturdular. Kuru geven ,dumanlar , ve çıtırtılar çıkararak tezekleri tutuşturdu. Tezekler de sanki dünden  yanmaya hazır gibi,büyük bir istek ve heyecanla yanıp bir güzel ısıttılar kocaman sınıfı. 

 

Öğleden sonra, son derse doğru , okulun çevresinde birinin dönüp dolaştığını farkettim. Okula da girmiyordu, ama sanki kendini bana göstermeye çalışıyordu. Paydos zamanı çocukları eve gönderdim. Sınıfta biraz oyalandım.

Derken vatandaş,sınıfın kapısını çalarak, dudaklarında tebessüm, gözlerinde mahcubiyet ve güler yüzüyle, boğazını da temizleyerek , 

-selamün aleyküm hoca, diyerek , kafasını hafif eğmiş, verdiği selamın karşılığını bekler durumda baktı öylece. 

-Alyeküm selam  diyerek karşılık verdim. 

-Buyrun dedim. 

Yaklaşarak elini uzattı.Tuttum elini.

-Hoş geldin.dedim.

-Sağolasın hoca. dedi gülümseyerek. 

Akşam çok önemli bir konuyu tartıştıklarını, komşu köyle sorunlar yaşadıklarını, önceki gün ilçede büyük bir kavga olduğunu, merayla ilgili anlaşmazlıklar yaşadıklarını, bu yüzden dün akşam hiç istemedikleri bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiklerini, aslında misafirlere, yabancılara çok değer verdiklerini, hele hele öğretmenleri çok sevdiklerini, çok üzgün olduklarını, akşama mutlaka yemeğe beklediklerini, dili döndüğü kadar, Erzurum şivesiyle  uzun uzun anlattı.  

-Yok. Maalesef. Bir daha köye inmem dedim. 

Bir daha anlatmaya başladı. Mutlaka beklediklerini, telafi edeceklerini yineledi bir kaç kez.  

Fazla da abartma dedim kendi kendime. Madem adamcağız hatalarını anlamış özür dilemeye buraya kadar gelmiş, ve tekrar tekrar davet ediyor, uzatma dedim  

-Tamam. Dedim. Akşam geleyim bir seferlik .. 

Teşekkür ederek, ellerimi sıkı sıkı sıkarak, tebessüm ve mutlulukla çıktı gitti. 

Akşam biraz ağırdan alarak, zaman geciktirerek ,köyün yolunu tuttum. Söz konusu eve yaklaşırken, bir köpek caminin yol ağzında bana eşlik etti kuyruğunu sallayarak. Önce korktum sataşır mı diye, yok, sadece sevdirmek istemiş kendini.  

Gittiğimde, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı, neler konuşacağımı aklımdan geçiriryordum uzun uzun. Bir yandan da nasıl karşılanacağımı merak ediyordum doğrusu. Ben mi bu olayı abartmıştım, yoksa gerçekten olması gereken bu muydu. Kendimi babamın ve abimin yerine koyduğumda, evet yapmam gereken buydu.Onlar olsaydı benim yerimde, aynısını yaparlardı kuşkusuz. 

Odanın kapısını çalarak ,kapıyı ittim. Kapı hafif gıcırdayarak açıldı. İçerden sigara kokusuyla beraber sıcacık bir hava yüzümü yaladı. Dışarısı soğuk, üşümüşüm. 

Odaya girdiğimde, dört veya beş kişi vardı. Yaşları benim iki katım kadardı. Ben yirmi dört yaşında bir genç, onlarise, altmış, yetmiş ,seksen yaşlarında varlardı. En gençleri , gündüz okula gelen Ramazandı. Ve sanırım benden üç-beş yaş büyüktü. 

Selamün aleyküm diyerek, abimden gördüğüm şekilde kopyalayarak, seri ve hızlı adımlarla odanın baş köşesine ulaştım.

-Aleyküm selam  cevapları eşliğinde baş köşedeki kabartılmış yün mindere bağdaş kurarak oturdum. 

Merhabalar, hoşgeldinler , tebessümler eşliğinde, herkesle göz göze gelerek  selamlaştık. Sağdan soldan tütün tabakaları ikram edildi. Birini alarak sigaramı sardım. Sağımdaki ak sakallı hacı amca uzanarak, muhtar çakmağıyla sigaramı yakmak istedi. Saygı ve teşekkürle elindeki çakmağı alarak, kendi sigaramı kendim yakıp, çağmağı iade ettim. Dumanlanmış odaya ,ben de üfürdüm dumanımı, büyük bir rahatlamayla.

Nereli olduğumdan, ailemden, memleketten, okulun fiziki durumundan, öğrencilerin kalabalığından, daha önceki öğretmenin iki hafta kalıp bir daha gelmemesinden  konuştuk uzun uzun.

Sofranın kurulması, yemeklerin yenmesi,çayların içilmesi derken,Rıfat abi , ev sahibi, dün akşamki durumdan dolayı tekrar tekrar özürlerini belirtti. Kardeşi Ramazanın okulda bana söylediklerini tekrarladı. Ortamı yumuşattı ve gönlümü almaya çalıştı. 

Evet. Komşu köyle yaşadıkları sorunun tartışılmasının da etkisi vardı kuşkusuz, ama, öyle sanıyorum ki; daha önce köyde okulun olmaması, okul yapıldıktan sonra öğretmenlerin köyde kalmaması, bir önceki öğretmenin iki hafta sonra bırakıp kaçması, ve benim genç yaşımın da olumsuz etkisiyle, pek ciddiye alınmamıştım dün akşam.  

Bu olaydan sonra, köylüyle, özellikle ileri yaştakilerle sıkı bir ilişkimiz oldu. Zaman zaman buluşur, sohbetler ederdik.Kız istemelerde, barış işlerinde, komşu köy ilişkilerinde ,köyün ortak sorunlarında,köyün ileri gelenleriyle beraber yanlarında bulunmamı sağladılar. 

Üç yıl kaldığım köyde, çok güzel ilişkiler kurduk. Ve tayin olup geldiğimde, köyüler tarafından ilçe merkezine kadar yolcu edildim. Ben duygulandım, köylülerim duygulandı. 

İnanıyorum ki, o tepkiyi göstermeseydim, o ilgiyi görmez, belki köyde o kadar kalmaz, belki görevi bırakıp gelirdim. 

Abimin şu sözü hep aklımdaydı. 

“Kendi yerini kendin yaparsın. Ya odanın başına geçersin, ya da ayak dibine.. 

Ben odanın başına geçmeyi seçtim abim.. Senin gibi,senin sayende... 

bottom of page