top of page

ONLAR'A DAİR

  lisede çok  şey  var  konuşulacak...      

ama  geçelim  onları.      

onlar  çok sıcak...      

   BEYAZ

 

ihtiyardı 

beyazdı 

bir ses duysa eskilerden ,

çocuk gibi ağlardı 

ve işte o zaman; 

birkaç damla zümrüt,

yüzündeki incecik kıvrımlardan kendine  bir yol bulur,

sert ve beyaz kıllarla bir çalılığı andıran bıyıklarından kayar, dudaklarının kenarlarında tuzlu bir tat bırakarak,

oradan da yine gür sakalları arasına dağılır,

çenesinden akar,

buharlaşıp yok olurdu, 

​ 

ihtiyardı 

beyazdı 

büyük bir ustalıkla kitaplar anlatırdı 

akşamları,

meşe odunlarının beslediği tıfık etrafında toplanılır,

bizi tarihin gizemli

ve yasak sayfalarının arsında yüz yıllarca dolaştırır,

Kaf dağının kuytu kıyılarında zaferler kazandırarak,

tarih ganimetleriyle uykulara taşırdı, 

ihtiyardı 

beyazdı 

onu gördüm göreli 

         dünyanın en büyük 

                  en güçlü 

                           en yakışıklı 

                                     en bilge 

             ve en beyaz babasıydı… 

babamdı.

şimdi olduğu yerde 

            eminim  yine beyazdır…,, 

HİKAYE -BİR

kaçakçılar ki

geçiyorlar sınırları sınırsız

geçiyorlar

korkak  ve cesur,

ve zorunlu bir uğraş

ve keyifli bir tedirginlik

onlar ki

olta atmış kan gölüne

bekleşir yavruları ağ gözeneklerinde

 

bir şalvar bekliyor oğlan

kızcağı  kara şal

ve karısı;

           bir koca,

                                1985

HİKAYE - İKİ

öptü cesedini hafiften yanındakinin

ve kapattı urbasıyla yüzünü

vurulan o da olabilirdi hani

irkildi birden

           -uzandı makineliye-

teller geçilmeliydi çarçabuk

hazırdı elde bomba

ve bacağı kırmızıca öksürdü

geriye dönüp sürünmeliydi

         -sarıldı makineliye-

 

bir şarkı okuyordu içinden

sessiz

belki de marştı

canı tütün içmek istedi birden 

tekrar döndü cesede 

utandı

        -baktı makineliye-

-tandır mıydı şu duman duman uzaktaki

ne güzel kokardı şimdi buğusu ekmeğin

bebeler oynar şimdi duvar dibinde

sidik, yalınayak ,dal taşak

salya sömük  burunlarıyla

canı viski istedi birden

bir kadın düştü sol cebinden

       -tükürdü makineliye-

 

kırıldı süngü

sürüldü çiçek namluya

ve sustu kurşun

babalık yaptı çınar söğüde

sarıldı asker askere ağlayarak

tütün uzattı denizciye piyade

ve ateşini istediler topçunun

halay çekeceklerdi şu potinler olmasa

su içip mataralardan

türkü çığırdılar bir ağızdan

                      alışılmadık

evde olmalıydı şimdi,sıcacık

durdu

dipçiğini,

miğferini yere vurdu

örüyordu saçlarını kızın,

yandan iki püskül

eli elindeydi genç kızın

mutluluk soyunuyordu

bir kuş kondu cama

geçilmeden daha teller

kucakladı askeri kadın

         ve bir gül açtı kırmızı

                       -kırıldı süngü-

                                   

                                                       1994

HİKâYE- ÜÇ

 

salı mıydı ,

cuma mıydı,

pazar mıydı

mart mıydı,

mayıs mıydı ,

eylül müydü

bin miydi ,

dokuz yüz müydü ,

yetmiş miydi

Özgür müydü

Ali miydi

Cemal miydi

bir kızı seviyordu kendince

                       -on altı mıydı-

şiirler yankılanırdı sokaklarda yalınayak

dinlemediler.

 

vurdular

sokak ortasında,

koltukaltlarındaki kitaplarıyla talebeyi ,

kitapsızlar

ve yağmur hala ağlıyor

                 ağlıyor

                        ağlıyor

evde bekleyen annesi gibi talebenin…,,

          

                                       1975

HİKâYE- DÖRT

 

bir yıldız kayar gözlerimden derinliklere

avaz avaz sessizlik çınlıyor kulaklarım

köşe başında bir ateş,

           -müşteri bekliyor bir orospu-

erkeğini yalıyor

gençlik uykusunda bir genç kız

         -bekle ki geleyim-

 ​

istasyon beğenmiyor komşunun yatalak oğlu

müziği hiç sevmez

ama inadına dinliyor ,gıcık.

bir yaprak düşüyor daldan ,sarı

erkeğini bekliyor karşı apartmanda bir kadın ,

           -iste ki vereyim-

 ah şu körpecik kızlar

çıldırtmak isterler oğlanları meme uçlarında

ve bir asker

sevdiğini düşlüyor üç-beş nöbetinde

yok oluyor erkekliği bir mahkumun

            -öl ki öleyim- 

 

yutmakta sanki bebek memesini annesinin

güneş bir eşkıya gibi iniyor kente

insanlar birer karınca oluveriyor birden

bir kadının suya değiyor kor ayakları

ateşini söndürüyor

             -yan ki yanayım-

 

ölüyorum satır satır, dize dize

ölüyorum gecenin sinsi karanlığında

ay kapalı giyinmiş bu gece

günah çıkarıyor

bu evler ,bu yollar altında

duyuyorum, binlerce ruh ağlıyor

            -gül ki güleyim-

                                          1984

HİKâYE- ALTI

sabire;

evin küçüğü

kuyudan su çeker

“huu” çeker gibi pir sultanın

ve her gün üç vakit sular

         hasangülleri’ni,

              naneyi

                   hasan hasan kadifeyi

kırmızıdır yazması Sabire’nin,

          saçları başak

gülmez zeytin karası gözleri

küskün, dargın gamzeleri

                         öpemez Hasan

ortancasıdır  Münire

Boyu selvi,yüzü selvi

en çok ona takılır

en çok onu  kızdırırdı Hasan

               “minare ” diye

bir tandır yakar ki Münire

bir ekmek yapar ki Münire

bir elleri var ki Münire’nin

      memleket gibi sıcak

       memleket gibi güzel

         memleket gibi tatlı

memleket gibi kurban olam elleri Münire’nin

                      ahh ! tutamaz Hasan

 

Suri;

evin direği

büyükleri kızların

yemekler, bulaşık, çamaşır

her ne varsa, evin tüm işleri

Suri bir dilber

Suri derya  sabır

      yani  ince

             yani temiz

                yani beyaz

                    yani güzel

Suri işte!

        Ahhh! göremez Hasan

 ​

Emine;

Hasan’ların anası

           anaların hası

        

seni  Hasan’sız  sevmeye utanırdım

gözlerime bakınca  yanardım

sesine nefesim kesilir, kaçardım

bu kadar çok mu sever anneler çocuklarını

                          bilmezdim, hayretle bakardım,

 

                                 (emine anne’me) 1984

HİKâYE- YEDİ

 

sabah kalkar bismillah

öğlene kadar dövüp durur hayatı

sonra biraz secde, biraz şükür

şahtır, padişahtır 

               girerken kenefe

sonra biriktirir akşama

                biraz umut

                         biraz hüzün

eve dönerken biraz da isyan

                 hissettirmeden kendine bile

 

 yine secde

bolca elham

       sabah ola hayrola

                       

                                        1983

HİKâYE- SURKENT

Arapşeyh,Saraykapı,Leylek bahçesi,Alipaşa

daracık sokaklar o zamanlar                         

kara parke taşlar tabi ,sırt sırta evler

pencereler bir çay uzatımlık

bir “huuu - komşuuu”

çepeçevre surlar, o zamanlar

erkekler erkenden

işleriyle savaşmağa giderken erkekler

kadınlar o zamanlar

önce iç avlular, kenef –menef

kapkara, delikli Karacadağ taş döşemeler

sil sil beyazlamıyor ki anacığım

sonra kapı önleri, dış merdiven

bir güzel yıkanır,

bir güzel süpürülürdü megnesle

her sabah erkenden

sonra kadınlar

o zamanlar kadınlar

kıç kadar kıç minderleriyle

ellerinde eh işte

örgü- mörgü ,oya -moya

biraz dedi ,biraz kodu

ama bir güzel kardeşlikti be anacığım

kapı önlerinde

 

sonra

görmez öyle sokak- mokak kızlar o zamanlar

aman abisi görmesin filan

                    -maazallah-

ama bir güzel kokardı be diyarbekir

                         

esnaflar o zamanlar

esnaflık alır, esnaflık satarlardı o zamanlar

                                  -çok ta ucuza-

ulu cami ögü bir açık kahve

misafir muhabbet içer

kalkarken çay ödemezdi

surlar diyarbekir’i kucaklar

caddeler gülerdi

çay ögünde karpuzlar belek- belek

tablalarda  kavunlar göbek- göbek

sarı- sarı gülerdi

kömürcüler çarşısından kömür gider

mangallarda ciğer olup dönerdi

yoğurtçular çarşısı beyaza boyanır her sabah

yoğurt- peynir köy kokardı

Dörtayaklı minare ,Çift kapı,Fiskaya            

Yedikardeş ,Urfakapı ,Sen-u Ben 

sabah akşam suzan suzé ,kara köprü söyler  

Dicle Nehri  dinlerdi​

                           -Surkentim

                            Acılar kalesi -

                                                     2004

GEÇER ZAMAN

  

efendim, 

şimdi sene ikibinler

büyüdük yani

sakal- makal- kel- mel

kafeler, internet, düşük bel

ikiz ikiz bloklar,siteler ,alış-veriş yani

                süper yani

                       mega yani

 

dershaneler, özel hoca, yarış atı

popstar, kurtlar yani,

                   yani medya

sonra alabildiğine magazin

                     -  yaw  komedya-

 

ESMER BİR HİKâYE

 

bizim esmer köyde bir esmer kadın

yine bir esmer doğurmaktaydı alışagele

bir esmer akşamüstü

adam sa

esmer bıyıklarını yemekle uğraşmaktaydı

derken, çıkageldiğinde  bizim  esmer oğlan

sonrasında esmer kızlarımız  geldi  peşisıra.

 

iş ti , güç tü

çeyiz,

ev işleri filan derken

esmer- esmer oğlanlara varıp                

bi güzelce  esmerleştiler

sonrasında gelen  bizim esmer kızcağızlar

 

ama asıl esmer oğlan

sonunda Amasya’da çakı gibi mehmetçik

         “babacığım hal hatırım sorarsan…

         -çok çok selam eder …

         -pamık gibi ellerinden…

         -annem nasıl babacığım ?…”

 ​

sonra teskerelendik hamdolsun

dağda şehit-mehit düşmeden

mezar- anıt  dikmeden

ağıt-mağıt yakmadan…

gazilendik sadece..

 

ee ! artık esmer bir gelin gerek

sonra esmer doğumlar

esmer esmer bebeler

bıyık bıyık yemeler

yine asker olmalar

eller silah tutmalar…

        

   “babacığım hal hatırım sorarsan…

         -çok çok selam ederim …

         -pamık gibi ellerinden…

         -annem nasıl babacığım ?…”​

ve hala esmer  doğurur ,

bizim esmer köylerde   

bizim esmer anneler  

 

                                                            1999

ADAMIN HİKAYESİ

 

Gece karası mavi

mavi içinde yıldız

yıldızın altında dam

damın içinde adam

adamın içinde hasret

içinde dert

içinde gam

adamın solu sıcak,elinde bıyık

soluna dönse adam

uçsuz bucaksız tarla

fırtınalar kopacak-

sonra tohum,sonra can

ne güneşler doğacak

Sabah sabah sular yeşil

yeşil yeşil bir gemi

gemi uzağa gider

orda bir kadın bekler

2009 YILI GAP  illeri Cahit Sıtkı TARANCI şiir yarışması 2.liği

 

ELLERİN  HİKAYESİ

 

çeksem ellerimden ellerimi

beş parmak

on parmak

bin parmak

milyon parmak

          kıyameti olur ellerimin

Adem’den beri bu eller

tufandan beri bu eller

İsa’dan ,Musa’dan 

Muhammet’ten beri bu eller

     çoğaldı parmak parmak

     büyüdü mezhep mezhep

     öldürdü kardeş kardeş

 

işte,toprakta,aşta

çatlak dudağında sevgilimin

saçlarında yavrumun

yorgun düştü savaşta

ateşi bulmasına buldu da tez elden ellerim

ve geceleri üşümeden

ve düşmanlara yem olmadan yaşarken

ateşi bulmasına buldu da tez elden ellerim

sonra insan etinde söndürmeyi keşfetti

                     falakadan önce

      -bu can da bizim, bu ten de-

 

ve sonra dedi ki ellerim

       “atomu parçalayacağııız”

       “bir güzel çoğalacağııız”

      “ ne güzel savaşacağııız”

      “ve içine  edeceğiiiiz  Dünya'nın”

 

ellerimden biri tapınaklarda

         …“mizm”

               …mizm”

                       …“mizm”

                              -ibadet – kurban-

duada diğeri ellerimin

biri saklamaya çalışırken firavunun cesedini

bulmaya çalışır diğeri

arkeolog orgazmı karbon testi

biri babil'in asma bahçelerinde

duvar örerken sabah akşam 

akşam sabah duvar yıkar bir diğeri ellerimin,

medeniyet dediğin,

tek dişi kalmış canavar

                     -Var...

                       - Var...

 

İbrahim’e  mancınık hazırlamakla meşgulken ellerimden biri,

oduna ateş, ateşe odun diğeri

kel kaldı tüm dağlar

kuş uçmaz kervan geçmez

bir yandan su taşır söndürmeğe biri 

ve bir yandan üfürür de üfürür diğeri 

         günahı kertenkeleye

 

 

büyüdükçe ve çoğaldıkça ellerim

büyüdükçe ve kirlendikçe ellerim

bir kıtadan bir kıtaya köle taşımakta

satmaktayken biri,

biri kafasından vurmakta

ve ırzına geçmekte Afrikalı kız kardeşimin

bütün  çirkinliğiyle

bir yandan da kaldırır köleliğini

ortadoğu’da petrol zifiriliğinde

vıvık vıcık ,ve alev – alev,ve ölüm- ölüm

“ ve ey ehl-i müslümaaaaan!!!!”

asırlardır saklandığın rahminden

çık ve  utan..

Mezopotamya’da

yani Dicle ve Fırat kardeşlerinin

ama uzak ,ama yakın yerlerden gelip yorgun argın

ve nazlı nazlı

ve sevgi sevgi

ve kardeş kardeş

ve gürül gürül

ve bereketlice çağlayarak

başak başak devşirerek

medeniyetler kurarak ve yıkarak

ve çağları bir güzel atlayarak

kucaklaşarak,ve koklaşarak

iki nehir arasında

yani işte o Mezopotamya’da

Halepçe’de yandı ellerimin birisi

bebenin ağzındaki memeydi

hardal hardal kokarak

ve utanmayarak…​

biri Nagazaki’de kaldı,,biri Hiroşima’da

                -ölü çocuklarla-

Arabistan’da, susuz bir çölde,

kör bir kuyu başında

terlemekte ve terini içmekteyken biri ellerimin

Ege’de, Akdeniz’de veyahut

Adalar’da havuz havuz, serin serin 

ve içmekte buzlu buzlu  

yeni  rakı, Johnnie Walker,Cıhıvas Regal

o da yetmez be entel cahil

üstüne bira jilet, bir elim,

diğeri  Kudüs’te ağlama duvarını sular 

sabah akşam timsah gözyaşlarıyla

utanç duvarları dikmekte utanmadan

sonsuz iftira ederken  Davut’a

oymak ister oturup gözünü Muhammed’in

 

kerpiç, beton, demir, 

neşter, doğum, tabut ellerim

 

ya tutun  artık ellerinizle ellerimi

veyahut  çekin ellerimden ellerinizi

                         kopsun artık kıyamet

 ve yeniden başlasın devr-i  alem  döngüsü  ellerimde…

                                                               2004

O’NUN HİKAYESİ

                       “gemilerde talim var     

                          bahriyeli yarim var”

 

kırk dokuz yaşımda bindim ben ilk defa bir gemiye

denizi olan bir kentte yaptım oysa askerliğimi

                                     -piyadeydim-

bit filan avlamadım saçlarımda,

birkaç kez hafta sonu izinlerine bile çıktığım olmuştur hatta.

                                                     

 

kardeşim  öldüğünde benim

yani iki büyük benden

         -ki ben yokmuşum daha yani-

annem ısrarla ve babam şehvetle istemişler beni 

         -kadir mevlam- kadir mevlam-

derken;

gel zaman, geç dokuz ay on gün

çıkagelmişim dal daşak  cıbıl- cıbıl

sonra o ölen kardeşim varmış ya hani

çok çok severlermiş ya hani annem babam

adı kalsın diye bu şahane-i Cumat illerinde

bana münasip görmüşler adını ölmüş kardeşimin

işte sene altmış ikiler filan yani o zamanlar

babam imammış yani  köy –möy

köy dediğin dağ taş

         cıbıl toprak işte

tarla -marla hiç yok yani

birkaç susuz bahçe

birkaç asma verimsiz bağ

sekiz- on  meyvesiz ağaç , gölgesi yeter

sonradan yakılan bir o kadar meşelik filan yani

köylü çekemezliği

akraba hainliği.                                     

milli şef - demırkırat-

inkılaplar  filan işte o zamanlar

                             hepsi o kadar

 

sonra

hatırladığım birinci sınıf Ergani’de

gelmiş Aşık Veysel- Veysel

okumuş türkü- türkü

dedi ki; uzun ince bir yoldayım

ben aynen altıma

                 -çok sıkıştım be abi-                  

 

sonra, bizim köyde

yani bizim değil de başkasının köyde

başkasının ama biz de orda öylece

orda yani biz de babam

                            -babam imam-

trenleri çocukluğumun karpuzlu'dabir bilseniz

ilk sevgilimdi benim kara kara 

                         ciyak ciyak ağlaşan

her gün

ama her gün sevgilimi karşılar

el sallardım vagonlara ,

biraz şapşal, biraz aşık

ağlayarak geçer giderdi

biraz ağır, biraz yorgun

hıçkırıklarında boğulurdu tünellerce…

bir de uçakları vardı çocukluğumun  

               -uçaklara küstüydüm sonra –

ortaokula başlarken ben

           -köyden indim şehire-

ben artık arabalara sevdalandım, trenler ne ki

her gün buluşup sevişirdik sokak başlarında  

rengarenk dört teker

          -o-to-mo-biiiil    u-çar gi-deeeer-

 

tüylenmesine sarı bıyıklarımın

ve bana “abi” demeleri çocukların

en hoşuma gidenlerdi

bir de

sınıftaki esmer kıza yazıp ta

hiçbir zaman veremediğim

o aşk mektuplarım vardı benim,

           - tüm sevdalılar gibi.​

lisede kayda değer çok şey var yazılacak.

ama ,geçelim onları.

onlar çok sıcak...

 

yüksekokul beklediğim kadar yüksek olmasa da​

kapısındaki ineklerden önce mezun olup

öğretmen çıkmışım Siirt’ten

 

öğretmenliğimin ilk günü yani çocuklar

mavi – mavi

       kahve – kahve

       ela gözler yani çocuklar

esmer- esmer

      çoban yanığı çocuklar

karatahta

         plan -kitap

        kalem- defter yani çocuklar

ben titrerim heyecan

çocuk bakar merak merak

gögercin, özgecan ,aybalam

sonra derken günün birinde bir gün

dünya evine girdim  evsiz  ve törensiz

 

ve Temmuz'lardan bir Temmuz

günlerden yirmi dört geldi canımın içi

                                 -peace kızım-

farkına varamamışım büyüdüğümün

o büyürken

küçüldük biz

                 anne baba

oğlum çıkageldi derken ekim- ekim

         -sarı kıvırcık

Ozan’ım

         ikinci baharım

                   -çok bahtiyarım-

ve küçük kızım sa                

                       -Ezgi  Revşen-

yaşlandığımı vurdu yüzüme 

              ezele-ezele-minik ezele

             -babasının kıdısı-

ve ben her gün biraz daha yaklaşıyorum babama…

MASUMİYETİN HİKAYESİ

 

İstanbul'da  bir afişteyim rüyamda

üzerimde cesetlerden bir zırh

ve tüm savaşların kanı var ellerimde

 

Mezopotamya’lı bir kadınım oysa ben tüm doğurganlığımla

medeniyetlerin en ücra ve en son kum tanesine kadar

yudum ve eledim günahlarımı

şimdi saçlarımda güneş, eteklerimde toprak

ve ellerimde  bereketi geçmiş asırların…

 

bu topraklar ki acılar bohçası

dikerim , dikerim  yama tutmaz

dökülür orta yere yaralarım

gayrı bunun yok çaresi

 ah be Anka kuşum

“nesini sevem ben yalan Dünya’nın”

ağzımda çiğnediğim cesetlerin kokusu

yaktığım dağlar

kestiğim meme uçları kadar masumum !!!!

sol yanını sıcak tut

ki göğüslerin döş kalsındır…

                                                      

                                                        1999

CENAZEMİN HİKAYESİ

 

aha dalda yaprak

yaprakta tırtıl

ağıtımı ben yakar

kendim kaldırırım cenazemi

sazımı kendim kırar

ipimi de ben boynuma

yılanımı ben koynuma

bir ürkek serçe

bir hain keklik

lal bir papağanım ben

bir peri masalı renkli camlar

afiş afiş orospu pazarı

rotatiflerde kanım mürekkep

ve uykuda ve namazda

ve doğumda ve ölümde

hep ben öndeyim

 

önüm -arkam, sağım -solum  puştluklar

sırtımdan vurulurum en acısı

öyle kuytuyum ki ben yani yani

değdikçe yok olur, değdiğim yerler

tekmili cenazem geçer

kurulmaz taziyem...

CESEDİN HİKAYESİ

 

Ben de masumdum her çocuk gibi çocukkene

sonra

hep ağlardım ben oyuncaklara

ben ağlardım oyuncaklara 

annem döverdi ellerimi ellerimi

                   -oyuncaklar gülerdi-

 

en güzel ben indirirdim camlarını pencerelerin

oh ,bir güzel

sonra batardım cam kırıklarına ,tepeden tırnağa

ben batardım cam kırıklarına tepeden tırnağa

babam kızardı ellerime ellerime

                      -camlar gülerdi-

en güzel ben severdim

en güzel kızını mahallenin  

çaktırmadan

sonra

ben severken en güzel kızını mahallenin çaktırmadan

o hep kızardı yüreğime yüreğime ulu orta 

                -yüreğim yanardı-

sonra bir gün aşk kestim bir yerlerimi

üstüm başım ebem kuşağı

yitirdim can kırığı bilyelerimi

sokak arasında uluorta 

çok fena öldürdü beni piç birileri

basıp ta cesedime cesedime

 fena öldürüp te beni piç birileri

 basıp ta cesedime cesedime

kaçarak sokak arasından

dönüp te bakamadı gözlerime gözlerime

                                -güler diye cesedim-                                                                                        

                                                   2003

HEVSELİN HİKAYESİ​

               “köprü altı kapkara 

                Suzan gel beni ara”

 

Dicle'nin bir yanı Suzan

Dicle'nin bir yanı Hevsel

 

gece vakti uykuları bölerek

yılan yılan geldiler Suzan

Karaköprü,Kırklardağı,

kanayan yaram Dicle

 

ezdiler Hevsel'i bahçe bahçe

ağaç ağaç,dal  dal,yaprak yaprak

sormadılar Yedikardeş'e

                -ağladı Hevsel-

 

işte böyle ,on bir gün on bir gece

Hevsel'i potin potin

Hevsel'i silah silah haramiler

koklamak için değil ,

yolmak için yapraklarını gülüm

dipçik dipçik ettiler

                   -ağladı suzan-

                                           

                                                    2004

GECENİN HİKAYESİ

geceydi ve karanlıktı

şiir pişirmekteydi kadın günün kırıntılarıyla

adam sa 

hastaydı ve ateşlerdeydi

ılık bir şiir dökünüyordu ıslak ve çıplak

                                    -ve sıcak-

geceydi ve karanlıktı

adam şiir devşiriyordu nasır yorgunluğuyla

Kadın sa 

hastaydı ve doğumlardaydı

ve ılık bir avaz dökündü kadın ıslak ve çıplak

                                     -ve sıcak- 

 

geceydi ve karanlıktı

çocuk yas tutuyordu kırılan oyuncağı peşi sıra

ve nazlıcan oyuncak sa

özgürlüğü yaşamaktaydı paramparça

bir pişmanlık düşünüyordu peşi sıra

                                       - ölü ve oynak

MAVİŞİM

gözlerinin mavişinde saklı umudum

yaşam ve şiir

suyum ekmeğim

yaşadığım her dakika bir bir                                  

-belgesel tadında -

 

                                               2004

GÜLMENİN HİKAYESİ

 

seni gülerken görmek

              bir ceviz ağacına…

               narı kırarcasına…

               çağlayanlarda çağlamak …

seni ağlarken görmek

               ayrılık gibi

 

seni gülerken görmek

              yıldız kaydı dilek tut…

              bebek baba mı dedi….?

              annem saçımı tarar…

seni ağlarken görmek

              ayrılık gibi…

 

seni gülerken görmek

            babam bana oyuncak…

            öğretmenimden aferin…

             bak postacı geliyor…

seni ağlarken görmek

             ayrılık gibi…

 

seni gülerken görmek

             cumartesi kahvaltı…

             dostlarla bu gün okey…

             uç-uç böceğine bak…

seni ağlarken görmek

             ayrılık gibi…

                                             2004

bottom of page